18 Temmuz 2010 Pazar

TİMAİOS - PLATON

* Varlığın oluşla ilgisi neyse gerçeğin de inançla ilgisi odur.

* İlksiz tanrı, bir gün doğacak tanrıyı düşünerek, evreni düz, her yanı bir, ortasından aynı uzaklıkta, tam, kusursuz cisimlerden birleşik bir cisim yaptı. Ortasına, bir ruh koydu; onu her yanına yaydı, hatta cismin dışını bile onunla kapladı. Böylece daire şeklinde, biricik, tek başına, fakat kusursuzluğu sayesinde başka hiçbir kimseye ihtiyacı olmadan kendi kendisiyle yaşayabilen, bilgiden, dostluktan yana da kendi kendine yeten bir gök kurdu, ona bu vasıfları vererek bahtiyar bir tanrı yarattı.

* Tanrı ruhu vücuttan önce, yaş ve erdem bakımından da ona üstün yaratmıştır. Çünkü ruh, hükmetmek, emretmek için, vücut da boyun eğmek için meydana getirilmiştir.

* Bir nesnenin başka cinsten olmasının sebebi eşitsizliğidir.

* Onlar tanrıyı örnek aldılar, ruhun ölümsüz ilkesini alınca da ruhun etrafında sonradan ölümlü bir ten vücuda getirdiler, onu taşısın diye de bütün vücudu verdiler. Sonra bu vücuda, ayrıca başka bir ruh, kendisinde korkunç, kaçınılmaz tutkular taşıyan ölümlü bir ruh daha vücuda getirdiler: Önce kötülüğün en büyük çekici kuvveti olan hazzı, sonra, bizi iyilikten uzaklaştıran acıları, daha sonra iki kötü nasihatçi olan ataklıkla korkuyu, ondan sonra da zor yatıştırılan öfkeyi, nihayet bizi çabucak aldatan ümidi.

* Bizi yaratan sanatçılar kendi kendilerine daha uzun, ama daha kötü hayatı olan bir insan soyu meydana getirmek mi, yoksa daha kısa, ama iyi hayatı olan bir soy yaratmak mı gerektiğini sordular. Kısa ama daha iyi bir hayatın, uzun ama daha kötü bir hayata, herkes için, her bakımdan tercih edilmeye değer olduğuna karar verdiler. Böylece başı, eklemi olmadığından etle, kirişle değil, ince bir kemik tabakasıyla örttüler. Bütün bu sebeplerden ötürüdür ki insan vücuduna eklenen baş, vücudun bütün öteki kısımlarından çok daha duygulu, daha zeki, ama daha zayıftır.

* Giden parçalar gelenlerden daha çoksa canlı, yavaş yavaş harap olur; gelenler gidenlerden çok olursa büyür. Böylece, canlının bütün teni genç, kendisini meydana getiren türlerin üçgenleri, tezgahtan çıkmış gibi, yeni olursa, bütün kütlenin dayanıklılığı, henüz kemik iliğinden meydana gelmiş ve sütle beslenmiş olduğundan, her ne kadar yumuşak ise de birbirlerine kuvvetle bağlıdırlar. Bunun için, dışarıdan yiyecek ve içecek olarak içine aldığı üçgenler, kendi öz üçgenlerinden daha yaşlı ve daha zayıf olduğuna göre, onları kendi yeni üçgenleri ile kesip hükmü altına alır, canlıyı da kendi öğelerine benzeyen birçok öğelerle besler. Ama üçgenlerin kökleri, birçok düşmanlara karşı uzun zaman devam ettirdikleri savaşlarda gevşeyince artık dışarıdan gelen besleyici üçgenleri bulup hazmedemezler; bu sefer dışarıdan gelenler onları kolayca böler. Ozaman savaşta yenilen bütün canlı, yavaş yavaş çöker ve bu hale yaşlılık denir. Nihayet, kemik iliğinin üçgenlerini bir arada tutan bağlar yorgunluktan gevşeyip dayanıklılıklarını kaybedince, ruhun bağlarını da gevşetirler, o da yaratılışına uygun olarak kurtulur, sevinerek uçup gider; çünkü, tabiata aykırı olan her şey insana nasıl acı verirse, tabiata uygun olarak meydana gelen her şey de zevk verir. Bunun için hastalıkların, yaraların sebep olduğu ölüm acılı ve şiddetlidir. Halbuki yaşlılıkla, tabiatın belli ettiği zamanda gelen ölüm ölümlerin en az acı verenidir ve daha ziyade, sevinçle gelir.

* Bir öğe tabiata aykırı olarak özelliklerini veya yerini değiştirirse önceden soğuk olan kısımlar sıcak, nemli olan kısımlar kuru, hafif veya ağır olan kısımlar bunun karşıtı olurlar ve her yönden her türlü değişikliğe uğrarlar. Görülüyor ki bir nesne aynı nesne ile aynı şekilde, gereken oranda birleştiği, yahut da ayrıldığı zaman kendi kendinin aynı kalarak sağlam ve sıhhatli kalabilir. Bir öğe başka bir öğeden ayrılırken, yahut da onunla birleşirken bu kurallardan biri yerine gelmemiş olursa bu karışıklık her türlü bozukluklara, hastalıklara, sayısız çöküntülere sebep olacaktır.

* İnsan neşeli yahut da aksine olarak son derece kederli olursa, zevki tatmaya yahut da kederi bir yana bırakmaya vakitsiz bir gayret gösterir ve hiçbir şeyi ne doğru işitmeye, ne de doğru görmeye imkan bulur; adeta bir deliye benzer, aklını başına alacak hali kalmaz.

* Saç yerine tüyleri olan kuşların soyuna gelince onlar küçük bir değişme ile kötülüğü olmayan hafif, gökyüzüyle meşgul, fakat saflıkları yüzünden gözle gördükleri şeylerin yaratanlar olduğuna inanan şekil değiştirmiş insanlardır.
Karada yaşayan hayvanlar ile yırtıcı hayvanların soyu da kafada meydana gelen hareketleri kullanmadıkları, kendilerini sadece göğüslerine yerleştirilmiş olan ruh kısımlarının eline bıraktıkları için hiç felsefe ile uğraşmayan ve gök cisimlerinin hiçbirinin özüne dikkat etmeyen kimselerden meydana gelmiştir. Bu alışkanlığın tesiriyle ön organları ile kafaları, toprakla olan yakınlıkları yüzünden, toprağa doğru eğiktir. Kafatasları uzamış, ruhlarının hareketi, tembellikleri yüzünden her birinde nasıl bozulmuşsa, ona göre çeşit çeşit şekiller almışlardır. Bu çeşit varlıkların dört veya daha fazla ayaklı olmalarının sebebi şudur. Tanrı en budalalarına, toprağa daha çok bağlı kalsınlar diye, daha çok ayak vermiştir. İçlerinde en ahmak olanlarına, ayakları hiçbir işlerine yaramadığı için, vücutlarını boylu boyunca toprağa uzatanlara gelince, tanrı onları ayaksız, toprağın üstünde sürünür yaratmıştır. Nihayet dördüncü tür, suda yaşayanlar, insanların en aptallarından, en bilgisizlerinden meydana gelmiştir. Onlara bu şekli veren yüce yapıcılar tam manasıyla soluk almalarına bile izin vermemişlerdir, çünkü ruhları işledikleri günahlar yüzünden, kötülükle doluydu. Onları temiz ve hafif olan hava yerine, derin ve bulanık suyun içinde nefes almak zorunda bırakmışlardır. İşte balık türü ile suda yaşayan kabukluların türü böylece meydana geldiler. Onlar derin bilgisizliğe düştükleri için, en derin yerlere yerleştirilmişlerdir. Böylece o zamanlarda olduğu gibi bugün de canlı varlıklar, zeka veya budalalıklarının azalıp çoğalmasına göre, birbirlerinin kılığına girmekte, şekil değiştirmektedirler.





TİMAİOS-PLATON
Sosyal Yayınlar
Çeviren: Erol GÜNEY - Lütfi AY

17 Temmuz 2010 Cumartesi

KRATYLOS - PLATON

* Madem ki konuşmak şeylerle ilgili bir aksiyondur, öyleyse adlandırmak da bir aksiyondur. (Sokrates'e göre, dil, insanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan bir araç olmaktan çok, onların şeylerle ilişki kurmalarına yarayan bir aktivite şeklidir. Hiç değilse başlangıçta böyleydi.)

* Bütün kahramanlar, ya bir tanrı ile bir ölümlü kadının, ya da bir ölümlü erkekle bir tanrıçanın aşkından doğmuşlardır. Bu adı, bir de eski attike dilinin ışığında incelersen, bunu daha iyi anlarsın: çünkü o zaman bu adın aşk'tan (eros) -kahramanların (heros) doğuşlarını borçlu oldukları aşktan- türeme olduğunu, yalnızca şekil bakımından ufak bir değişikliğe uğramış olduğunu görürsün.

* ... bu 'anthropos' adı; gördükleri şeyi gözlemlemekten, onun üzerinde düşünmekten, onu incelemekten aciz olan hayvanların aksine olarak, insanın bir şeyi görür görmez -epope'nin anlamı da budur zaten- hemen onu incelemeye ve onun üzerinde düşünmeye başladığı anlamına gelir. Bu nedenledir ki, pek haklı olarak, varlıklar arasında yalnız insana 'anthropos' adı verilmiştir: Çünkü o, gördüğü her şeyi inceler (anathron ha epope).

* SOKRATES: Bedenin doğasını tümüyle muhafaza eden ve taşıyan, böylece onu yaşatan ve hareket ettiren sence nedir? Ruh değil mi?
HERMOGENS: Elbette o.
SOKRATES: Peki, ya bütün öteki varlıkların doğasını? Bütün öteki varlıkların düzen veren ve onları muhafaza eden şeyin, bir akıl, bir ruh olduğuna, Anaksagoras'la birlikte inanmıyor musun?
HERMOGENES: İnanıyorum.
SOKRATES: Öyleyse, doğayı (phusis) taşıyan (okhei) ve muhafaza eden (ekhei) bu güce 'phusekhe' denmesi doğru olurdu. Ama, kulağa daha hoş gelen bir deyişle, ona psukhe de denebilir.

* Bazıları, bedeni (soma), ruhun halen içinde gömülü bulunduğu mezar (sema) diye tanımlıyorlar. (Sokrates Gorgias'ta, bilgin bir kişiden, bizim şimdiki hayatımızın bir ölüm, bedenin de bir mezar olduğunu işittiğini söyler. Bu kişi muhtemelen Philalolas'tır. Orpheusçulara atfedilen etimolojisi konusunda Sokrates, Mysterler'de söylenen bir formülü hatırlatır: 'Biz insanlar bir çeşit zindanda bulunuyoruz, buradan ne çıkabilir, ne de kaçabiliriz.') Başka bazıları ise, ruh, tezahürlrini beden vasıtasıyle gösterdiğine göre, buna haklı olarak, işaret (sema) denildiğini söylüyorlar. Ama, bana öyle geliyor ki, bu adı bulanlar, orpheusçulardır ve onlar, bunu, ruhun işlediği günahların kefaretini ödemekte olduğu ve bu nedenle bir hapishaneye benzeyen bedenin dört duvarı içinde muhafaza (sozetai) altında tutulduğu düşüncesiyle yapmışlardır. Yani beden (soma), adının da gösterdiği gibi, ruhun zindanıdır (soma=zindan) ve ruh borcunu ödeyinceye kadar orada kalacaktır. (O zaman intihar da firar olsa gerek.) Dolayısıyla, kelimenin tk bir hecesini bile dğiştirmeye gerek yoktur.

* Düşünce (phronesis), hareketin ve akışın zihin tarafından kavranmasıdır (phoras onesis). Onu, hareketin yardımcısı (phoras onesis) olarak da anlayabiliriz. Her halükarda, o, hareketle ilişkilidir.

* 'Delia' ruhu güçlü bir şekilde bağlayan bir bağı ifade eder, çünkü lian (çok) bir güç demektir. Bu durumda, korkaklık (deilia) bir bağdır (demos), ruhu bağlayan güçlü (lian) ve son derece kudretli bir bağ.

* Ania (keder); hareketi engelleyen (an-ineai) şeydir.

* 'Euphrosune'yi (neşe) açıklamaya gerek yok; onun, adını ruhun -eşyanın (şeylerin) hareketine sıkıca uydurulmuş (eu sompheresthai)- hareketinden almış olduğunu herkes kolayca görür.

* Ad, taklit edilen ve adlandırılan şeyin sesle yapılmış bir tür taklididir. Burada, bir şeyi taklit etmek için ses kullanılıyor.

* İnsanın kendi kendini aldatması kadar tehlikeli bir şey olamaz: seni aldatmaya hazır kişi, bir an bile uzaklaşmadan hep yanıbaşında durursa, bundan daha korkunç bir durum olabilir mi?

* SOKRATES: İmaj ve demin sözün ettiğimiz şey (Bu sözler, Aristoteles'in, idealar teorisinin şeyleri gereksiz yere çiftleştirdiği eleştirisine adeta önceden verilmiş bir cevap gibidir. Platon'a göre şeyler, yani ideaların imajları bunların ikiz eşi değildirler.) için başka türlü bir doğruluk aramamız ve ayrıntının yokluğu veya ilavesi ile imajın mutlaka ortadan kalkacağı fikrine kapılmamamız gerekiyor. İmajların, imajı oldukları objelerle aynı içeriğe sahip olmaktan ne kadar uzak olduklarının farkında değil misin?
KRATYLOS: Farkındayım.
SOKRATES: Eğer adlar, adları oldukları objelerin tıpatıp benzeri olsalardı, herhalde bunları hayli gülünç duruma sokarlardı. O zaman her şey çift olur ve biz, bunlardan hangisi objenin kendisi, hangisi onun adı ayırt edemezdik.

* SOKRATES: ... bizatihi güzel diye bir şeyin bulunduğunu ve her bir varlık için de bunun böyle olduğunu söyleyebilir miyiz, söyleyemez miyiz?
KRATYLOS: Evet Sokrates, bence söyleyebiliriz.
SOKRATES: Öyleyse, bu bizatihi şeye bir bakalım -bir yüz veya aynı cinsten herhangi bir obj güzel mi değil mi, akıp gidişe tabi mi değil mi, bunu bilmek için değil; fakat güzelin kendisinin, bizatihi güzelin ne olduğunu bilmek için. İmdi, bu bizatihi güzelin daima kendi kendisinin benzeri olarak kaldığını söyleyemez miyiz?
KRATYLOS: Zorunlu olarak söyleriz.
SOKRATES: O, eğer durmadan geçip gidiyorsa, önce bir türlü iken, hemen sonra başka bir nitelik alacak demektir ki, bu durumda onu doğru olarak adlandırmak nasıl mümkün olur? Biz daha ağzımızı açarken, o hemen başkalaşıp, elimizden sıyrılmaz, aynı halde olmaktan çıkıvermez mi?
KRATYLOS: Kesinlikle öyle olur.
SOKRATES: Öyleyse hiçbir zaman aynı halde olmayan şeye nasıl varlık izafe edebiliriz? Eğer o, herhangi bir an aynı halde kalacak olursa, en azından o an için, yerinde hareketsiz duracağı açıktır ve eğer o, daima aynı halde kalıp, daima aynı olsaydı, kendi formunu terk etmeden nasıl değişebilir veya hareket edebilirdi?
KRATYLOS: Kesinlikle öyle olur.
SOKRATES: Üstelik o hiçbir kimse tarafından bilinemezdi de. Çünkü kim onu bilmeye teşebbüs edecek olsa o, o an, başka ve farklı bir şey olur ve bu yüzden onun ne olduğunu ya da ne halde bulunduğunu bilmeye artık imkan kalmazdı (Herakleitos?) Apaçıktır ki, hiçbir bilgi, eğer objesi belirlenmemiş bir halde ise onu bilemez.
KRATYLOS (Nam-ı diğer emme basma tulumba) : Doğru söylüyorsun.
SOKRATES: Eğer her şey değişir, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz olursa, Kratylos, o zaman muhtemeldir ki bilgi diye bir şey de artık söz konusu olamaz. Çünkü, bilgi adını verdiğimiz bu şey, eğr değişerek bilgi olmaktan çıkmazsa, bilgi her zaman için varlığını sürdürür ve bilgi diye bir şey olur. Ama, bilginin bizzat formu değişecek olursa, bilgi, bilgi formundan başka bir forma dönüşmüş olur ki, bu durumda artık ortada bilgi diye bir şey kalmaz. Ve de eğer bilgi formu sürekli değişiyorsa, bu takdirde hiçbir zaman bilgi olmaz; yani ortada ne bilecek bir süje, ne de bilinecek bir obje kalır. Ama, bunun aksine, bilen de, iyi de, tek tek varlıkların herbiri de her zaman için varsa, şu an sözünü ettiğimiz şey, bana hiç de bir akışa, bir hareketliliğe benzer bir yanı varmış gibi görünmez. Şimdi, bu hakikaten böyle midir, yoksa hakikat ötki teoride, Herakleitos ekolünün ve başka birçok kişilerin (özellikle sofistlerin ve en başta Protogoras'ın) teorisinde midir? Korkarım, aydınlatılması zor bir nokta bu. İnsanın, adlara ve onların yaratıcılarına tam bir güvenle, kendini ve ruhunu adların aracılığına teslim etmesi; ve bir şeyler biliyormuş gibi, kendisinde ve şeylerde hiçbir istikrar bulunmadığına hükmederek, her şeyin aktığını ve bir çamur tortusu gibi kayıp gittiğini ileri sürmesi; kısaca, şeyleri tıpkı nezleli kişiler gibi tasavvur edip, her şeyin akıntı illetine tutulmuş olduğuna hükmetmesi pek akıllıca bir iş değildir belki. Gerçi, aslında bu böyle olabilir, Kratylos; ama, olmayabilir de. Onun için, cesaretle ve usulü dairesinde (yok böyle bir çeviri!) bir araştırmaya giriş, hiçbir şeyi iyice düşünüp taşınmadan benimseme -çünkü, sen henüz gençsin, çiçeği burnunda çağdasın- ve iyice araştırdıktan sonra, uygun görürsen, buluşlarını bana da bildir.


NOT 1: Kalın puntolu kısımlar, metne düşülen dipnotlardır. Dipnotların çevirene mi ait olduğu, yoksa başka bir kaynaktan mı alıntılandığı kitapta belirtilmemiştir.
NOT 2: İtalik harfli kısımlar ise, tahmin edilebileceği gibi şahsi zırvalamalarımdır.




KRATYLOS-PLATON
Sosyal Yayınlar
Çevien: Cenap KARAKAYA