15 Mayıs 2010 Cumartesi

PHAİDON - PLATON

* İnsanların haz adını verdikleri şey görünüşte ne gariptir, onunla karşıtı sayılan acı arasında ne tuhaf bağlantılar var, onlar insanda aynı zamanda yan yana bulunmak istemezler. Ama birini kovalayıp yakaladınız mı, çifte varlıkları sanki tek bir başa bağlanmış gibi, öbürünü hemen her zaman yakalamak zorunda kalırsınız.

* Kendini gerçekten felsefeye vermiş olanların, yalnız ölmek ve ölmüş olmak için çalıştıklarını halk bilmez görünür. Bu doğru ise, bütün hayatı boyunca yalnız ölüm emelini besledikten sonra, ölüm gelince, uzun zamandan beri o kadar istenilen o kadar aranılan şeye karşı isyan edilmesi şüphesiz çok saçma olur.

* Gerçek filozofların şöyle düşünmeleri ve aralarında şu sözleri söylemeleri gerek: Evet, belki ölüm bizi amaca dosdoğru götüren yoldur, çünkü araştırmalarımızda ten akılla beraber oldukça, ruhumuz böyle kötü bir şeye bulaşmış bulundukça isteğimizin amacı olan şeyi, yani hakikati hiçbir zaman elde edemeyeceğiz. Gerçekten tenimiz kendisini beslemeye mecbur olduğumuz için, binlerce güçlüklere sebep olur. Bundan başka ansızın çıkıp gelen hastalıklar hakikatin peşinde koşmamıza engeldir. Bu kadarla da kalmıyor: Ten bizi her neviden istekler, tutkular, korkular, kuruntularla, bin türlü saçmalıklarla doldurur, öyle ki haklı olarak denildiği gibi, bir an olsun onunla gerçekten düşünmek mümkün olmaz. Kavgalar, geçimsizlikler, çabalamalar yalnız tenden ve onun isteklerinden değil de nereden geliyor? Bütün bunlar, mal ve para hırsından çıkıyor. Bizi mal ve para biriktirmeye zorlayan sebep ise ihtiyaçlarının kölesi bulunduğumuz tendir. İşte bunun için felsefeye ayıracak boş zamanımız kalmıyor. Fakat işin asıl kötüsü, ten bize biraz zaman bıraksa da bir şeyi incelemeye koyulsak, çalışmamıza durmadan karışır, bizi yanıltır ve hakikati görmemize engel olacak şekilde bizi felce uğratır. Bundan ötürü, bir şeyi gerçek olarak bilmek istiyorsak, tenden ayrılmamız, yalnız ruhla, neleri kendiliklerinde temaşa etmemiz gerekir, bunu artık biz, iyice anladık: işte ancak o zamandır ki, kendisine o kadar aşık olduğumuzu söylediğimiz bilgeliğe belki kavuşmuş oluruz, fakat daha hayatta iken değil, uslamlamanın gösterdiği gibi, öldükten sonra. Gerçekten tenle beraber bulundukça hiçbir şeyi arılığı içinde öğrenmek mümkün değilse, iki şeyden biri: Ya gerçek bilgi hiç mümkün değildir, yahut onu yalnız ölümden sonra elde edeceğiz, çünkü tenden ayrılan ruh ancak o zaman kendi kendisiyle kalır; daha önce buna imkan yoktur. Bundan başka biz yaşadıkça öyle sanıyorum ki, ancak tenden uzaklaştığımız, mutlak zorunluluk halleri bir yana bırakılırsa onunla hiçbir ilgimiz olmadığı, dokunması ile bizi kirletmesine müsaade etmediğimiz ve tanrının kendisi bizi gelip kurtarıncaya kadar kendimizi arıtmaya çalıştığımız nispetle hakikate yaklaşmış oluruz. Sonra tenin çılgınlıklarından kurtularak böyle arınmış bir hale gelince, muhtemel ki bizim gibi arınmış varlıklarla yaşayacağız ve o doğrudan başka bir şey olmayan saf özü kendimizde tanıyacağız. Gerçekten saf olmayan biri için saf olan bir şeyi kavramak imkansızdır.

* Ölçülü olmalarının temeli bir çeşit ölçüsüzlük değil midir? İlk bakışta bu imkansız görünse de ahmakça ölçülülükleri yüzünden yukarıdaki durumu andıran bir durumda bulunurlar. Çünkü istedikleri hazdan mahrum olmak korkusuyladır ki ancak başka bir hazdan vazgeçerler, birinden sakınıp ötekinin boyunduruğuna girerler. Hazlarla sürüklenmek eylemine ölçüsüzlük adını verdikleri halde bu insanlar bazı hazlara mağlup oldukları için bazı hazlara da hakim olurlar. o halde demin dediğim gibi, bunların ölçülülüğü ölçüsüzlük yüzündendir. Büyük bir parayı verip karşılığında birçok ufak para alındığı gibi, bir hazzı başka bir hazla, bir acıyı başka bir acıyla, bir korkuyu başka bir korkuyla değiştirmek, erdemi değiştirmek için gerçek bir yol değildir. Fakat karşılığında bütün bunların değiştirilmesi gereken tek sağlam ara, bilgeliktir. Yüreklilik, ölçülülük, adalet, her şey ancak bununla satın alınır. Bir kelime ile, gerçek erdem bilgelikle kazanılır; bu erdeme hazlar, korkular ve bu çeşit bütün başka şeyler eklenmiş veya eklenmemiş olsun, ne ehemmiyeti var? Bilgelikten ayrılmış ve birbirleriyle değiştirlmiş erdemlere gelince, bunlar, doğrusu ancak kölelere yaraşan, sağlam, doğru tarafları olmayan bir gölgeden başka bir şey değildirler.

* O halde şu noktada bereaberiz dedi: Bir kimse, gözlerinin önündekine benzer bir şey gördüğü zaman, o şeyin gerçek başka bir şeye benzemeye meylettiğini fakat kendisindeki eksiklik yüzünden, ona tam benzeyemediğini ve ondan aşağı kaldığını düşünüyorsa, bu düşüncede bulunan kimsenin o gerçek şeyi -o şey ki gördüğü şeyin ona tam olmasa da gene benzediğini söylemektedir- önce tanımış olması geekmez mi?
O halde dedi, ilk defa eşit şeyleri görerek kendi kendimize "bütün bu şeyler eksik de olsa kendinden eşitlik gibi eşit olmak istiyorlar" dediğimiz zaman daha önce kendinden eşiti tanımış olmamız gerekir.
O halde dedi, görmeye, istemeye başlamadan ve başka duyularımızı kullanmadan önce, bu kendinden eşitliğin ne olduğunu öğrenmiş olmamız gerekiyor; duyulardan gelen eşitlikleri bu kendinden eşitliğe atfedebilmemiz ve bütün bu eşitliklerin kendinden eşitliğe yaklaşmaya çalıştıklarını, fakat bunda başarı göstermediklerini fark etmemiz ancak böyle mümkün olacaktır.
Biz dünyaya gelmeden önce bu bilgiyi kazandıksa, bu bilgi ile dünyaya geldikse, o dünyaya gelmeden önce de dünyaya gelirken de yalnız eşitliği, büyüğü, küçüğü değil,, aynı tabiatta olan bütün şeyleri de biliyorduk; çünkü burada söylediklerimiz eşitliği ilgilendirdiği gibi kendinden güzeli, kendinden iyiyi doğruyu kutsala, bir kelime ile suallerimizle cevaplarımızda mutlağın mührü ile damgaladığımız bütün şeyleri de ilgilendirir; öyle ki dünyaya gelmeden önce, bütün bu şeyler hakkında bilgi sahibi olmuş olmamız gerekiyor.
Bu bilgilere sahip olduktan sonra dedi, her defasında onları unutmasaydık, dünyaya hep onları bilerek gelmekle kalmaz, yaşadıkça da onları bilirdik. Çünkü bilmek, kazanılmış bilgileri muhafaza etmek, onları unutmamaktan başka bir şey olmadığı gibi unutmak adını verdiğimiz şey de Simmias, öğrendiğimizi kaybetmek değil midir?
Fakat dedi -farz ediyorum- dünyaya gelmezden önce kazanmış olduğumuz bilgileri dünyaya gelirken unutursak, daha sonraları da duyuların yardımı ile önce bildiğimizi yeniden elde edersek, öğrenmek adını verdiğimiz şey, bizim olmuş olan bilgiyi yeniden elde etmek değil midir? Buna hatırlamak demekte haklı değil miyiz?
... Sokrates çünkü dedi: Bir şeyi görme veya işitme, veya duyulardan biri yoluyla algılayarak unutulan başka bir şeyi -görülen şey ona benzesin benzemesin- aralarında bir yakınlık olduğu için düşünmek bize mümkün görünmüştür. Sonunda bir daha söylüyorum, iki şeyden biri zorunludur: Ya kendinden gerçeklerin bilgisi ile doğmuş bulunuyor ve onları yaşadıkça muhafaza ediyoruz, yahut da öğreniyor dediklerimiz, hatırlamaktan başka bir şey yapmıyorlar; bilgi de anımsamadır.

* Bilgiyi sevenler, bak hangi fikirlerle kendilerini felsefenin ellerine bırakırlar; ruhları tenlerine sımsıkı bağlı ve yapışıktır, nesneleri aslında ne iseler öyle değil, tenin yardımıyla tıpkı bir hapis evi demirleri arasından görür gibi görür. Mutlak bir bilgisizlik içine gömülmüştür. Felsefe bu kapanışın korkunçluğunu iyice görmüştür. O isteyiğin işidir. Hapsedilenin kendisi bu bağların sımsıkı bağlanmasına yardım eder. Bilgi sevenler bilirler ki, bu durumda ruhlarını ele alan felsefe ruhun cesaretini tatlı tatlı artırır, onu kurtarmaya çabalar, gözlerin, öğrettiklerinin, kulakların ve öteki duyumların öğrettikleri gibi aldatıcı olduğunu gösterir, ihtiya. olmadıkça, onu bunlardan çekip almaya uğraşır. Bütün bilincini kendi içine çevirmesini ve toplamasını, ancak kendisine ve kendinden gerçek fikir yönünden kavranmasına güvenmesi, buna karşılık, başka vasıtalarla gördüklerinin hiçbir gerçekliği olmadığına, içinde bulundukları şartların çeşit çeşit olmasına göre değiştiklerine inanmayı emreder. Çünkü bu türlü şeyler duyulabildikleri, görülebildikleri halde onların kendi öz vasıtalarıyla gördükleri kavranılabilir ve görülemez.
Böyle bir kurtuluşa karşı gelmemek gerektiğine inanarak, gerçek filozofun ruhu zevklerden, tutkulardan, keder ve korkulardan, gücü yettiği kadar kendisini uzak tutar. Çünkü, bu zevklerin, kederlerin, korku ve tutkuların aşırılıklarının sonunda yalnız tutkuların sebep olduğu hastalıklar ve bunun varını yoğunu saçıp savurmalar gibi herkesin görüp geçirdiği kötülükler meydana gelmiyor; bir kötülük daha vardır ki bu, kötülüklerin en büyüğü, en kötüsüdür. Asıl acısı çekilen bu kötülük hesaba katılmıyor. Bu kötülük; aşırı haz ve acının eline düşen bir insan ruhunun, çektiğinin belli başlı sebebinin, hiç de öyle olmadığı halde, pek açık, pek gerçek olduğuna inanmak zorunda kalmasıdır.
Her hazzın, her acının bir nevi çivisi var. Bununla ruhu tene çivileyip çakarlar; ruhu tene benzetir, tenin dediklerine göre nesnelerin doğruluğuna inandırır. Hükümlerin de tene uymasıyla, aynı hazlardan hoşlanmasıyla, sanırım ruh aynı eylemlerde bulunmak, aynı şekilde duymak zorunda kalacaktır. Bunun sonunda, Hades'e asla arınmış olarak varamayacaktır. Her zaman bıraktığı tenle bulaşıktır. Bunun için bir başka tene girmekte gecikmez, bir tohum gibi atılır, orada kök salar. Bunun sonunda, tanrılık olanla, arınmış, yalın olanla ilgisi kalmaz. İşte bu sebeplerden, gerçek bilgi severlerden ölçülü ve yüreklidirler. Ama halk adamlarının tasarladıkları sebeplerden dolayı değil.

* Kendinden güzellik dışında bir güzel varsa, bu şey ancak bu kendinden güzelden bir şeyler aldığı için güzeldir.

* Bir insanın bir başkasından bir baş boyu daha büyük olduğunu ve daha küçüğün o kadar daha küçük olduğunu söyleyen kimseyi tasdik etmeyeceksin. Daha ziyade, itiraz edecek ve şunu söylemekle yetineceksin ki bir başkasından daha büyük olan her şey kendinden büyüklükten başka bir şeyle daha büyük değildir ve onu büyük kılan bu büyüklüktür ve en küçük, kendinden küçüklüktür.




PHAİDON-PLATON
Sosyal Yayınlar
Çeviren: Hamdi Ragıp ATADEMİR , Kemal YETKİN

8 Mayıs 2010 Cumartesi

SOKRATES'İN SAVUNMASI - PLATON

* ...ne o ne de ben iyiye, güzele dair tek şey biliyoruz. Ne var ki, o bilmeden bildiğini sanıyor, bense bilmediğimi biliyorum. Bu durumda şunu düşünmemek elde değil: Ben ondan biraz olsun daha bilgeyim, çünkü bilmediğim şeyleri bildiğime inanarak yaşamıyorum.

* Tanrının düşünme yöntemini izlersen, birkaç istisna hariç, en büyük bilge sayılanlar bilgelikten en uzak olanlardır. Nedir, ötekiler, yani bilgelikten uzak sayılanlar en akla yakın düşünenler ve anlayışlı olanlar gibi gözüküyorlardı.

* Tanığımız olan sıradan kişiler, şiirleri şairlerden daha iyi açıklayabilirlerdi. İşte o zaman, şairlerin yaratıcılık rehberlerinin bilgi olmadığını, şiirlerin içgüdüsel olarak, tanrı elçisi falcıların benzeri kutsal esinlemelerle yazıldığını anladım; ne denli güzel şeyler söyleseler de, bunun bilincinde olamıyorlardı. Kendilerini şairlik yetenekleri yüzünden insan soyunun en bilgeleri saysalar da, asla değiller.

* Sonunda tanrının söylediğine ulaştım ben de: Diğerlerinin bilgisi de bilgeliği de geri dursun; onlar gibi olacağıma olduğum gibi kalmak daha iyi değil mi? Kendime ve tanrıya yanıtım şu oldu: 'Olduğum gibi kalmak benim için en iyisidir.'

* ...başkalarının bilgisini kanıtladığım için, insanlar beni bilgili sandılar. Atinalılar, oysa sadece tanrıdır bilge olan, bana ilettiği sözüyle insan bilgeliğinin önemsizliğini, neredeyse hiç olduğunu söylemek istemiştir.

* Bir adam, değeri ister az olsun ister çok, ölecek miyim kalacak mıyım düşünmemelidir. Düşünmesi gereken, kalkıştığı işleri eğri mi doğru mu yaptığı, yürekli mi yoksa ödlek mi davrandığı olmalıdır.

* ...ölüm korkusu kişinin kendini bilge değilken bilge sayması değil midir? Bilmediğin halde bildiğini iddia etmek değil midir? Hangimiz biliyoruz ölümün ne olduğunu; ondan büyük kötülükmüş gibi korkuyoruz ama belki de insana yapılacak en büyük iyilik ölümdür. Bilmediğimiz şeyi biliyormuş gibi davranmak, eleştirilmeyi hak etmez mi? İşte yargıçlar, diğer insanlardan bu noktada ayrılıyorum; kimi konularda onlardan daha bilge olduğumu eğer, nedeni de budur: Ölümden sonra ne olduğu konusunda çok az şey bildiğim halde, bilgili olduğumu sanmıyorum. Bildiğim, ister tanrı ister insan olsun, kendimden daha iyi birine haksızlık etmemin, onların haklarını tanımamanın kötü, utanç verici bir davranış olduğudur. Kötü olduğuna emin olduğum şeylerden korkan ben, iyi olduğuna emin olmadığım şeylerden ne korkar ne de sakınırım. İşte bu yüzden, siz beni aklarsanız, Anytos'un size, 'Sokrates bu suçlardan yargılanıyor ise ona ölüm cezası vermeli; verilmezse çocuklarımız onu dinleye dinleye hepten yoldan çıkacaklar' demesine aldırmaz da, 'Biz Anytos'un dediklerine inanmayacağız, seni aklayacağız, ne var ki, sen de artık kimseyi sorgulamayacağına ve filozofluk etmeyeceğine dair yemin vereceksin; eğer bir kez daha aynı nedenle suçlanırsan cezan ölüm olur' derseniz, size yanıtım şu olur: Atinalılar, sizleri sayar severim, ancak sizin değil tanrının önünde eğilirim, son nefesimi verene dek gücüm elverdiğince felsefeyle uğraşmaya, sizleri felsefeye yönlendirmeye, felsefe öğretmeye çabalayacağım.

* Benim üstlendiğim görev, zenginlikle erdemin elde edilemeyeceğini anlatmaktır, tam zıddına, zenginlik de özel ya da genel her tür iyilik de erdemden gelir.

* Belki beni idama mahkum edebilirsiniz, sürgüne yollayabilirsiniz, ya da yurttaşlık haklarından yoksun bırakabilirsiniz; bu cezalar bana iftira atanların ve belki içinizden birkaçının daha gözünde büyük mutsuzluklar olabilir. Yine de ben böyle düşünmüyorum: Onların bir suçsuzu cezalandırmaya kalkışmaları, işte bu en korkunç mutsuzluktur.

* Beni gerçekten idam ettirirseniz, şu gülünç meseli canlandırmış olacaksınız: Soylu bir kandan gelen, iri ama yavaş, hareket etmesi için dürtülmeye muhtaç bir ata benzeyen devleti canlandırmak için tanrının musallat ettiği bir atsineğine benziyorum ben. Ben, devletin tepesinde dolanan bir atsineğiyim, her gün ve her yerde dokunuyor, uyandırıyor, azarlıyor, peşinizden ayrılmıyorum.

* Doğruluk adına savaşmak, bu yolda ömür sürmek isteyen kişi, kendini toplumdan soyutlayıp bir köşede kendi özel yaşamını sürdürmelidir.

* Meletos'un beni tanrıtanımazlıkla suçladığı bu günde, Atinalılar, ne dine ne de onurlu olmaya uyan davranışları beklemeyin benden. Size yalvarıp kendimi acınacak halde gösterseydim, sizi yemininizi bozmaya yöneltseydim, size tanrıların olmadığını söylemiş olurdum, yaptığım iş kendimi savunarak suçumu kabul etmek olurdu. Oysa yaptığım tam tersidir. Tanrıların varlığına, beni suçlayanların hepsinden çok inanıyorum, işte bu nedenle, sizin ve benim için iyi olana karar vermeyi tanrılara bırakıyorum.

* Zor olan ölümden kaçmak değildir, Atinalılar, kötülükten kaçmaktır. Çünkü kötülük ölümden hızlı koşar. Ben bu yaşımda ölümden hızlı koşamayacağıma göre, ikisinden daha yavaş olanının bana yetişmesi şaşırtıcı değil; beni suçlayanlar daha genç ve hızlılar ama, onlara yetişen kötülük olmuştur. İdama mahkum ettiğiniz ben, artık çıkıp gideceğim; ardımdan onları gerçek yargılayacak ve cana susamış kötüler olarak suçlayacak. Ben kendi cezamı çekeceğim, onlar da kendi cezalarını. Yazgı böyleymiş demek, ne denir...

* Yaşamım boyunca, en ufak bir davranışımda bile kötü bir şey yapacak olsam, beni engellemek için içimdeki o tanrısal ses harekete geçti. Oysa bugün, tanık olduğunuz gibi, başıma olabileceklerin en kötüsü geldi. O tanrısal ses, ne sabah evimden çıkarken, ne de size seslenirken beni durdurmak için sesini yükseltti. Başka günler, tam konuşmamın ortasında beni durdurduğu çok olmuştu. Bugünse, savunmam sırasında beni özgür bıraktı. Neden böyle oldu dersiniz? Dinleyin de anlatayım: Başıma gelen bir iyiliktir de ondan konuşmamıştır tanrısal ses, ölümün kötülük sayılmasının yanılgı olduğuna bir kanıttır bu. Yaptıklarım iyi olmasaydı, tanrısal ses beni uyarmaktan geri kalmazdı.

* Ben ölmeye gidiyorum, siz yaşamaya. Hangisinin iyi olduğunu tanrıdan başkası bilemez.



SOKRATES'İN SAVUNMASI-PLATON
Cem Yayınevi
Çeviren: Ali ŞAN

6 Mayıs 2010 Perşembe

FRAGMANLAR - HERAKLEİTOS

* Logos her şeye ortak olmasına karşın, çoğunluk sanki kendilerine özel düşünceleri varmış gibi yaşar.

* Mutluluk bedensel hazlardan kaynaklanmış olsaydı, öküzler yemek için burçak bulduklarında, onlara mutlu varlıklar derdik.

* Güneş her gün yenidir.

* Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir.

* Eşekler samanı altına tercih eder.

* Bağlanışlar; bütünler ve bütün olmayanlar, bir arada duran ve ayrı duran, birlikte söylenen ve ayrı söylenen. Her şeyden bir, bir'den her şey.(Herakleitos'ta uyum ancak birbirini karşılıklı olarak çeken ve iten öğeler arasında mümkündür.)

* Her sürüngen kırbaçlanarak otlağa güdülür.(Bu fragmanda Herakleitos kosmos'ta yer alan her varlığın yasaya ve kurala uygun davranması gerektiğini belirtmektedir. Nomos'a, başka deyişle belirtilen sınırlara uymayanlar kırbaçlanarak doğru yola -adaletin yoluna- sokulur. Ancak Herakleitos'ta insan dışındaki her varlık doğasına uygun davranırken, insan doğru yoldan çıkabilir ve cezasını öder.)

* Aynı ırmaklara girenlerin üzerinde farklı sular akar; ruhlar nemli olandan buharlaşırlar.(Herakleitos'ta ruhlar buharlaşarak akıllı olur ve ruhlar ırmakla benzer. Bu açıdan buharlaşma, kozmolojik değişimden çok ruhsal değişimleri anlatır.)

* Bu dinsel yürüyüş alayı ve söylenen utanç dolu ilahi -cinsel organı övücü ilahi- Dionysos adına düzenlenmiş olsaydı, insanlar çok edepsizce davranmış sayılacaklardı. Ama uğruna kendilerinden geçtikleri ve onurlarına Leneia bayramını kutladıkları Dionysos, Hades'in ta kendisi.(Herakleitos, Dionysos'un kendisini doğrudan eleştiri konusu yapmadan, Dionysos Lenaios adına düzenlenen utanç verici törenleri imalı olarak kınar. Leneia, Dionysos onuruna ocak ayında kutlanan ve doğanın gücünü ve bereketi simgeleyen şarap fıçısı bayramıdır. Herakleitos, Dionysos'un karşıtlardan oluşmuş doğasına vurgu yaparak onun ölümle -hades- ilşkisini göstermek ister. Dionysos hem ölümdür hem de yaşamdır. Doğmuş ve ölmüş, ölmüş ve doğmuştur. Ne yazık ki, insanlar onun gerçek doğasını kavrayamamışlardır.)

* Hiç batmayacak olandan kim, nasıl saklanabilir?(Bu fragmanda güneş ile her zaman mevcut olan kozmik ateş -logos- karşılaştırılıyor. Her zaman yanan bu ateş hiçbir zaman batmaz ama güneş batar.)

* İnsanların çoğu başlarına gelenler hakkında düşünmezler ve öğrendiklerini kavrayamazlar, yalnızca kendi kanılarına inanırlar.

* Umut edilmeyeni umut etmezsen, onu bulamazsın. Çünkü ne bir iz vardır ne de bir yol.(Herakleitos'a göre inanç ve güven olmayınca tanrısal konular kavranamaz.)

* Uyanıkken bütün gördüğümüz ölüm, uyurken gördüğümüz ise uykudur.

* Altın arayanlar çok fazla toprak kazarlar ve çok az bulurlar.(Altın Herakleitos'a göre hakikatin simgesidir. O derindedir ve öyle kolaylıkla kendini ele vermez. Hakikate ulaşmak için derinleşmek ve üzerini örten ön yargılardan kurtulmak gerekir. Bu da sıradan insan için zor bir uğraştır. Çünkü bu tür insanlar çerçöpü bilgiye tercih ederler.)

* Adaletin adı bilinmezdi, bu şeyler olmasaydı.(Fragmandaki "bu şeyler" ibaresi hakça olmayan veya adaletsiz olan şeylere işaret eder. Herakleitos'a göre her şey karşıtıyla birlikte bilinir.)

* Ares'in katlettiklerini hem tanrılar hem insanlar onurlandırır.(Savaş tanrısı Ares'in katlettikleri, Homeros'un destanlarında savaşta ölenlere işaret etmek için kullanılan bir ifadedir. Bu fragman bağlamında tutkularına ve hazlarına karşı savaşan ve onları aklın denetimine sokan insanları anlatmak için kullanılır. Ares, arete-erdem-, ve ariston-iyi- aynı kökten gelir. Erdemli olanlar, iyiler, bedensel kaynaklı hazları ruhları lehine katlederler. Bilgece bir yaşam sürmek tutkuların kölesi olmamaktır.)

* Bütünün kendisi olan bu kosmos'u ne bir tanrı ne de bir insan meydana getirmiştir. O, daima belli ölçülere göre yanan, belli ölçülere göre sönen ezeli ve ebedi ateştir.

* Ruhlar için ölüm su olmaktır. Suyun ölümü toprak olmaktır. Su topraktan meydana gelir, ruh da sudan.(Ruhsal durumların en üst seviyesi sıcak ve kuru hava olmaktır. En alt seviye ise su veya nem olmaktır. Su veya nemli olmak ruhun aşağı yoludur. Bu yol hades'in -yeraltı ülkesinin- çamurlu ve küflü yollarında son bulur.)

* Bilgelik tektir; her şeyi her şeyle yöneten düşünceyi bilmektir.

* Bütün yollarını yürüsen bile ruhun sınırlarına ulaşamazsın, öylesine derindir ruhun logos'u.

* Kibir, sara illetidir. Görme, yanıltıcıdır.(Sara hastalığı eski yunanda kutsal hastalık olarak adlandırılırdı. Bu fragman, "kibir, kutsal hastalıktır" olarak çevrilebilir. Herakleitos, sara ,lletine tutulan insanların gördüğü hayallerin bir hakikat değeri taşımadığını, yanıltıcı olduğunu belirtmek istiyor.)

* Uzlaşmaz şeylerin kendi aralarında nasıl uzlaştığını anlamazlar. Karşıt dönüşlerin uyumu; yay ve lirdeki gibi.

* Yaşam, taşları ileri geri sürerek oynayan çocuktur. Krallık çocuğundur.

* Savaş her şeyin babası ve kralıdır. Kimini tanrı, kimini insan olarak ortaya çıkarır; kimini köle, kimini özgür kılar.(Herakleitos'a göre savaş iki açıdan değerlendirilir: kozmik savaş ve antropolojik savaş. Kozmik savaş, bir arada bulunan karşıt öğelerin birbiriyle olan savaşıdır. Bu savaş, oluşun nedenidir. Bu savaşın sonucunda nesneler şu ya da bu şekilde ortaşa çıkarlar. Antropolojik savaş ise insanın tutku ve arzulara karşı verdiği savaştır. Bu savaş sonucunda kişi özgür veya tanrı, köle veya insan olur. Özgür veya tanrı olmak, bilge olmak ve ruhu arındırmak onun ölümsüz yönünü ortaya çıkarmaktır. Köle veya insan olmak, hazların veya bedenin tutsağı olmaktır.)

* Görünmeyen uyum görünenden daha iyi.(Görünen uyum nesneler dünyasındaki düzenli ve ölçülü yapının kendisidir. Görünmeyen uyum ise birbirine karşıt olan şeylerin birliği ve bütünlüğüdür.)

* İyi ile kötü bir ve aynı şeydir. Hekimler keserek ve dağlayarak hastalara acı veriyorlar. Bu yüzden talep ettikleri ücret haksızdır. Çünkü hekimlerin yaptığı iyilik, hastalıkların verdiği acılardan farklı değil.

* İnen ve çıkan yol bir ve aynıdır.(Kozmik açıdan bakıldığında inen yol, ateşin sırasıyla hava, su ve toprağa dönüşmesidir. Yukarı giden yol ise toprağın suya ve havaya dönüşmesidir. Bu iki yolun birlikte işlemesi, kozmik düzen içindeki oluş ve bozuluş süreçlerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bir yandan nesneler bozulur ve ölürken diğer yandan başka nesneler oluşa gelir ve yaşam kazanır. İnen ve çıkan yolun bir ve aynı olması bu iki sürecin kozmik düzende bir bütün oluşturmasından dolayıdır.)

* Ölümsüzler ölümlü, ölümlüler ölümsüz. Biri diğerinin ölümünü yaşar, diğeri de ötekinin yaşamını ölür.(Bedeni yaşayan ruhu öldürür, bedeni öldüren ise ruhu yaşar.)

* İhtiyaç ve tokluk.(Kozmik düzen aynı anda hem ihtiyaç hem de tokluktur. Ölüm ve yaşam birlikte mevcuttur.)

* Tanrı gece ve gündüz, yaz ve kış, savaş ve barış, tokluk ve açlıktır. Bunun anlamı: Bütün, karşıt şeylerden oluşur. Ancak o tanrı, ateşin yaktığı bir tütsüden yayılan ve herkesin kendince ad verdiği koku gibi başkalaşır.(Kozmik düzenin kendisi aynı kalırken, karşıtların çatışmasından dolayı nesneler sürekli değişecektir. Tütsüyü yakan ateş aynı ateşken, tütsüden yayılan kokular farklı farklı olacaktır.)

* Ana babasını dinleyen çocuklar gibi olmamalıyız; yani bize aktarıldığı gibi.

* Ruhları nemlendiren haz ve ölümdür. Biz onların ölümünü yaşarız, onlar bizim ölümümüzü yaşar.

* İnsanın yapısına değil, tanrısal olana özgüdür derin kavrayış.

* Tanrının karşısında anlayıştan yoksun bir adam yetişkin bir insanın karşısındaki çocuk gibidir.

* Savaşın her şeyde ortak ve adaletin çatışma olduğu ve her şeyin zorunluluk sonucu çatışmayla meydana geldiği bilinmelidir.

* Tutkulara karşı mücadele etmek zordur. Arzu edilen şeyin bedelini ruh öder.

* İnanç olmayınca tanrısal olana ait pek çok şey kavrayışımızdan uzaklaşır.

* Aynı şeydir yaşayan ve ölen, uyanık uyuyan, genç ve yaşlı. Çünkü sonrakiler. Çünkü sonrakiler öncekilerle, öncekiler sonrakilerle yer değiştirir.(Yer değiştirmek terimi öteye taşımak, bir şeyin bir yerden başka bir yere taşınması anlamına gelir. Fragman hem kozmik hem de antropolojik dönüşümler açısından ele alınabilir. Kozmik açıdan ölüm ve yaşam, genç-yeni- ve yaşlı-eski-, uyanık-bilinçlilik- ve uyuyan-bilinçsizlik- nesneler dünyasında aynı anda bulunur ve birbirleriyle yer değiştirirler. Antropolojik açıdan bakıldığında sahip olduğumuz ruhsal durumlar arasında birbirleriyle sürekli bir geçişlilik söz konusudur. Başka bir deyişle, bir yönümüzle ölümsüz diğer bir yönümüzle ölümlü, kimi zaman genç kimi zaman yaşlıyızdır. Zaman içinde bir durumdan diğerine geçeriz.)

* Her şey ateşle takas olur, ateş de her şeyle; tıpkı altın ile malların ve mallar ile altının takas edilmesi gibi.

* Aynı ırmağa iki kez girilmez.

* Helios bile ölçülerini aşamaz. Aşarsa Dike'nin yardımcıları Erinysler onun peşinden ayrılmaz.(Herakleitos'a göre kozmik düzen içindeki her varlığın sınırı ve ölçüsü olması gerektiği gibi düzenlenmiştir. Çok önemli sayılan Helios, yani güneş bile sınırlarını, ölçüsünü aşamaz; aşacak olursa adalet tanrıçası Dike'nin yardımcıları olan ve bütün suçları cezalandıran öç tanrıçaları Erinysler onu cezalandırır. Kosmos'taki her şey olması gerektiği gibi düzenlenmesine karşın, insan ölçüsünü aşabilir ve doğasına uygun olan yolun dışına çıkabilir. Ancak insan bu densizliğinin ve ölçüsüzlüğünün cezasını kölece bir yaşam sürerek ödemek zorunda kalır.)

* Bilgisizliği gizlemek en iyisidir. Ancak bu, içki masalarında gevşemişken çok zordur.

* Köpekler tanımadıklarına havlar.(Kendi dar ilgileri ve sorgulamadan kabul ettikleri görüşleriyle yaşayan insanlar hem hakikatin ne olduğunu bilmezler hem de hakikate karşı direnip muhalefet ederler.)

* Hades'teki ruhlar koklar.(Herakleitos kötü yaşamış insanların Hades'in karanlıklarında küflü havayı koklayacaklarınıbelirtmek istiyor. Öte yandan Hades karanlık bir yer olduğundan görme duyusuna gerek yoktur.)

* Kendimi keşfettim.

* Gözler kulaklardan daha iyi tanıktır.

* Tanrı için her şey güzel, iyi ve hakçadır. İnsanlar için ise bazı şeyler hakçadır, bazı şeyler hakça değildir.(Kozmik açıdan veya tanrının gözüyle bakıldığında, her şey olması gerektiği gibi ve adildir. Aynı şekilde kozmik oluşu kavramış ve logoso uygun yaşayan biri için de her şey hakça ve olması gerektiği gibidir. Fakat sıradan insanlar her şeyi kendi arzuları açısından değerlendirdiklerinden ve karşıtların birliğini göremediklerinden bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri de kötü olarak değerlendirirler. Bu fragmanda Herakleitos, dünyanın adaletsiz olduğu fikrini onaylamaz, aksine adaletsizliğin ve haksızlığın insanların kendi yaşam tarzlarından kaynaklandığını ima eder.)

* Çemberin çevresinde başlangıç ve son ortaktır.(Herakleitos'un kosmos anlayışı zamansaldır. Çemberdeki başlangıç ve sonun ortak olması kozmik düzenin ebedi ve ezeli bir dönüş içinde bulunması anlamına gelir.Kozmik düzen içinde bulunan hiçbir şey ölümsüz değildir. Sürekli olarak ölüm ile yaşam, bolluk ile kıtlık, yaz ile kış yer değiştirir, ama kozmik düzenin kendisi her zaman var olmaya devam eder. Yunan anlayışına göre dairesel hareket, ölümsüz olmanın bir göstergesidir. Bu bakımdan kosmosun kendisi, ölçülere göre yanan ve sönen bir ateş olarak ölümsüzdür.)

* Nedir ki onların anlayışı ve düşüncesi? Halk ozanlarına inanıyorlar. Çoğunluğun kötü, azınlığın ise iyi olduğunu bilmeden yığını öğretmen kabul ediyorlar.(Hem halkın sağduyusu hem de geleneksel otoriteler bilginin güvencesi olamaz.)

* Ruhları barbar olanların gözleri ile kulakları kötü tanıklardır.

* Akla uygun konuşmak isteyenler, yasasına bağlı bir kentten daha güçlü bir şekilde her şeyde ortak olana sıkıca sarılmalıdır. Çünkü bütün insan yasaları tanrısal olandan beslenir. Bu tanrısal yasa her şeyi dilediğince yönetir ve her şeye fazlasıyla yeter.

* Ruhu nemli olan biri, sakalı bitmemiş bir çocuk tarafından nereye götürüldüğünü bilmeyen sarhoş gibidir, yalpalar durur.

* İnsanın karakteri kaderidir.

* Doğa saklanmayı sever.(Hakikat doğrudan kendini açmaz.)

* Soğuk ısınır, sıcak soğur, nemli kurur, kuru nemlenir.(Her türlü oluş, sıcak ve soğuk, nemli ve kuru gibi karşıt öğelerin birbirine dönüşmesi sonucundaortaya çıkar.)

* Tanrı iseler ne diye arkalarından ağlıyorsunuz? Arkalarından ağlıyorsanız ne diye kendilerini hala tanrı kabul ediyorsunuz?


NOT: Fragmanların yorumları (parantez içindeki koyu renkli kısımlar) kitabın çevirisini de yapan Cengiz ÇAKMAK'a aittir.


FRAGMANLAR-HERAKLEİTOS
Kabalcı Yayınevi
Çeviren: Cengiz ÇAKMAK