15 Aralık 2010 Çarşamba

YASALAR - PLATON

* Gerçekte bütün devletlerin bütün devletlere karşı, ilan edilmemiş de olsa, doğa gereği bir savaşı vardır.

* Kendi kendini yenmek zaferlerin en başta geleni ve en güzelidir, kendine yenilmek ise bütün bozgunların en çirkini ve en kötüsüdür. Bu, hepimizin içinde kendimize karşı bir savaş olduğunu gösterir.

* İçimizde haz ve acı dediğimiz, birbirine karşıt ve akıldışı iki dürtü vardır. Yine bu ikisinin yanında, gelecekteki şeylere ilişkin olduklarından ortak adları 'beklenti' olan sanılar vardır: kendilerine özgü adları da, acı beklentisi 'korku', öteki de 'güven'dir; bütün bunların üstünde, neyin daha iyi, neyin daha kötü olduğuna karar veren uslamlama vardır: bir kentin ortak kararı haline gelince, 'yasa' adını alır.

* Kırkını aşmış olanlar toplu yemeklerde yiyip içtikten sonra öteki tanrılara seslenebilirler, özellikle de Dionysos'u daha yaşlıların kutlama ve eğlencelerine çağırabilirler: tanrı bu eğlenceler için yaşlılığın sertliğini giderici bir çare olarak şarabı vermiştir; böylece gençleşeceğiz, gönlümüz isteksizliğinden kurtulacak, tıpkı ateşe sürülmüş demir gibi sertliğini bırakıp yumuşacık olacak ve sonunda daha esnek hale gelecektir.

* Zenginlik ile yoksulluğun olmadığı bir toplulukta, işte en soylu karakterler bu toplulukta yetişebilir: çünkü ne küstahlık ne de haksızlık, ne rekabet ne de kıskançlık görülüyor. Bu nedenle ve saflık deniln şey nedeniyle, iyi insanlar idiler.

* Hiç kimse yapılan kötülüğün karşılığı olarak, hani şu en büyük cezayı deyim yerindeyse, hesaba katmıyor; en büyük ceza, kötü insanlara benzemek, benzeyince de iyi insanlardan ve konuşmalarından kaçmak, uzak durmak, ötekilerin topluluğuna katılıp onlara bağlanmaktır; bu insanlarla aynı yapıda olunca, bunların birbirlerine yaptıkları ve söyledikleri şeyi yapması ve katlanması zorunlu olur. İşte bu sonuç, adalet değildir -çünkü hak ve adalet güzel bir şeydir-, tersine adaletsizliği izleyen şey cezadır; bu cezayı çeken de çekmeyen de mutsuzdur; çünkü biri düzelmez, öteki ise pek çok başka insanın kurtulması için ortadan kaldırılır.

* Gençlere ve aynı zamanda yetişkinlere verilecek en iyi eğitim, öğüt vermek değil, başkasına öğütlediğimiz şeyleri yaşam boyunca uyguladığımızı göstermektir.

* Yabancılarla yapılan antlaşmalara son derece kutsal gözüyle bakılmalı; çünkü yabancıların yaptıkları ve onlara karşı işlenen suçlar, yurttaşlar arasında işlenenlere oranla tanrının öfkesini daha çok kabartır. Nitekim, yabancı, arkadaşlarından ve yakınlarından uzak olduğu için, insanlarda ve tanrılarda daha çok acıma uyandırır. Böylece öç alabilecek biri daha büyük bir çabayla yardıma koşar, özellikle de yabancıların Zeus Ksenios'u izleyen daimonu ve tanrısı bunu yapacak güçtedir. O halde, birazcık da olsa ilerisini gören kişi, ömrü boyunca büyük bir dikkatle yabancılara karşı hiçbir suç işlemeden yolunu tamamlamalıdır. Yabancılara ve yerlilere karşı işlenen suçların en büyüğü, herkesin gözünde sığnaklara karşı işlenendir; çünkü sığınanın yalvararak aralarındaki antlaşmaya tanık tuttuğu tanrı, haksızlığa uğrayan zavallının özel bir koruyucusu olur, öyle ki uğradığı haksızlıklar cezasız kalmaz.

* Her adaletsiz insanın istemeden adaletsiz olduğunu bilmek gerekir; çünkü hiçbir yerde hiç kimse en büyük kötülükleri isteyerek benimsemiş olamaz, hele sahip olduğu en değerli şeylerde.

* Bütün kötülüklerin en büyüğü birçok insanın ruhunda yaradılıştan vardır: herkes bu kötülüğü hoş görüp ondan bir kaçış yolu aramaz; 'her insan kendini sever, böyle olması da gerekli ve doğrudur' demesi de bunu gösterir. Aslında bütün yanılgılarımızın nedeni, her zaman insanın kendini fazla sevmesidir. Çünkü seven sevdiğine karşı kördür, böylece adil, iyi ve güzel şeyleri yanlış değerlendirir; doğru olan şeyden önce hep kendine değer vermek gerektiğini düşünür.

* Tanrı bile yazgıyı zorlayamaz.

* Çok zengin olup hem de erdemli olmak olanaksızdır.

* Çok zengin olanlar erdemli değildir; erdemli değillerse mutlu da değillerdir.

* Her insanın uğrunda çabaladığı şeyler üç tanedir: paraya gösterilen özen en son ve üçüncü sırada gelmeli, ortada bedene, en başta da ruha özen göstermeli.

* Devlete karşı işlenen suçlarla ilgili olarak, her şeyden önce halkın katılmasını sağlamak zorunludur -çünkü biri kente karşı suç işledi mi, herkese karşı suç işledi demektir ve halk böyle bir karardan yoksun bırakılırsa, haklı olarak kızabilir-.

* Erdem bakımından denge ve ölçü; aşırılıktan binlerce kez daha iyidir.

* Yalancıktan değil, yaradılıştan adalete saygılı olan ve adaletsizliği gerçekten nefretle karşılayan kişi, kolayca haksızlık yapabileceği insanlar arasında belli olur.

* Doğru yaşam ne haz peşinde koşmak olmalı, ne de kesinlikle acıdan kaçmak, tersine az önce dinginlik diye adlandırdığım orta yolu bulmak olmalı; bir kehanet sözüne göre, çok yerinde olarak tanrının da durumu budur, diyoruz. İçimizden tanrı gibi olmaya özenen birinin de, acılardan uzak kalacağı düşüncesiyle tümden hazzın içine dalmadan bu yolu izlemesi gerekir; yaşlı olsun genç olsun, kadın olsun erkek olsun, içimizden hiç kimsenin bunu yapmasına izin vermemelidir.

* İnsan tanrının bir oyuncağı olarak tasarlanmıştır.

* Bütün vahşi hayvanlar içinde en azgını çocuktur.

* Yanılgıların nedeni olarak bilgisizlik gösterilirse, yanlış olmaz; yasa koyucu da bunu ikiye ayırırsa, daha iyi olur: biri, küçük yanılgıların nedeni saydığı yalın bilgisizlik; öteki de, çifte bilgisizlik; örneğin, insanın bilgisizliğinden ötürü bilmemekle kalmayıp, kesinlikle bilmediği konularda derin bilgi sahibi olduğu düşüncesiyle kendini bilge sanması; hele bir de bunun arkasında güç ve kuvvet oldu mu, işte yasa koyucu bunları ciddi ve kaba yanılgıların nedeni olarak almalı, ama arkası güçlü değilse, bunlara çocukların ve yaşlı insanların kusurları olarak bakmalı ve bu insanlara büyük bir hoşgörüyle dolu son derece yumuşak yasalar koymalıdır.

* Hiçbir yasa ve hiçbir düzenleme bilgiden daha üstün değildir, aklın bir şeye bağlı ya da köle olması doğru değildir, akıl, yapısı gereği gerçekten özgürse, her şeyi yönetmelidir.

* Ruh yönettiğine, madde de doğal olarak onun yönetiminde olduğuna göre, ruhun maddeden önce olduğunu, maddenin ise ondan sonra ikinci sırada geldiğini söylerken kesinlikle haklıydık. (Platon'un idealizmine karşı, "var oluş özden önce gelir" diyen varoluşçuluk, candır, canandır, ebemizi düdükleyendir, yine de bi'tanedir.)

* Ruh maddeden önce olduğuna göre, karakterler, töreler, istenç, muhakeme, doğru sanı, dikkat ve anılar da, maddelerin uzunluğundan , genişliğinden, yüksekliğinden ve gücünden öncedir. Bundan sonra da şu konuda uzlaşmak zorunlu değil mi? Ruhu her şeyin nedeni olarak koyacaksak, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, adaletin ve adaletsizliğin ve bütün karşıtların da nedeni değil midir?

* Aklın ve aynı yerdeki hareketin aynı düzene göre, aynı merkez çevresinde, aynı yöne doğru, aynı oran ve düzen içinde yuvarlak kürelerin dönüşüne benzer şekilde hareket ettiklerini söylersek, herhalde sözle güzel imgeler yaratan beceriksiz sanatçılara benzemeyiz...Peki o halde, hiçbir zaman aynı şekilde, aynı düzene göre, aynı yerde, aynı merkezin çevresinde, aynı yöne doğru, bir tek yerde olmayan, uyumsuz, düzensiz ve oransız hareket, aklısızlıkla aynı özden olmayacak mı?

* Küçük bir şey çalan, büyük bir şey çalanla aynı açıkgözlülükle çalmıştır, küçük olan yalnızca becerisidir.

* Yiğitlik, vahşi hayvanlarda da görülen ve çok küçük çocukların içinde bulunan korkuyla ilgilidir; çünkü ruh aklın yardımı olmadan doğal bir gelişimle yiğit olur, ama ruhun akıl yürütmeksizin aklı başında ve akıllı olduğu ne görülmüştür, ne görülür, ne de görülecektir; çünkü bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir.





YASALAR-PLATON
Kabalcı Yayınevi
Çevirenler: Candan ŞENTUNA - Saffet BABÜR

27 Eylül 2010 Pazartesi

ŞÖLEN - PLATON.

* Felsefeden konuşmak, yahut başkalarını dinlemek benim için, faydası bir yana, doyulmaz bir zevktir. Oysa başka laflar, hele sizinkiler, zenginlerin, iş adamlarının lafları öldüresiye sıkar beni. Acırım size, dostlar, sizler ki hiçbir şey yapmadan çok şeyler yaptığınızı sanıyorsunuz. Üstelik de belki siz zavallı buluyorsunuz beni. Böyle düşünmekte de haklı sanıyorsunuz kendinizi. Bense sanmakla kalmıyor, zavallı olduğunuzu düpedüz biliyorum.

* Seven bir insanı desteklemek için hepimiz neler yaparız! Kötü saydığımız bir iş için yapar mıyız bunları? Birisini elde etmek güzel, elden kaçırmak çirkin sayılır bizde. Elde etme işinde biz sevenin en olmayacak serüvenlere katılmasını hoş görürüz, bundan başka neyin peşine düşsek, neye can atsak, felsefenin en acı yergilerine uğrarız. Sevgililerin birbiri için yaptıklarını biri çıkıp da para, mevki, iktidar elde etmek için yapsa, dileğine varmak için yalvarıp yakarsa, yeminler etse, kapı önlerinde yatsa, hiçbir kölenin katlanamayacağı köleliklere katlansa, dostlarını da, düşmanlarını da karşısında bulur; düşmanları onu dalkavuklukla, el etek öpmekle suçlandırır, dostları da ona sitemler eder, yaptıklarından utanırlar. Oysa ki bütün bunları seven bir insan yaptı mı, hoş görülür, hatta gelenek onu ayıplamak şöyle dursun, dünyanın en güzel şeyini yaptığına inanır. İşin garibi, yemin edip yeminini bozduğu zaman bile Tanrıların kendini hş göreceği sanılır. Atasözünün de dediği gibi, sevgi yemini yemin sayılmaz. Demek ki Tanrılar da, insanlar da sevene tam bir özgürlük vermişler, bizim geleneklerimizden bu anlaşılıyor.

* Sevgi dediğimiz şey yaradılışımızdaki bütünlüğü arzulamak, aramaktır.

* Bizim soyumuz için mutluluğa ermenin çaresi, sevgiyi sonucuna iletmek, bizi bütünleyen sevgiliyi bularak ilk yaradılışımıza dönmektir. En güzel şey buysa, bizi ona en çok yaklaştıran şey hayatımızdaki gerçeklerin en güzelidir: Bu da yaradılıştan gönlü gönlümüze uyan bir sevgilidir.

* Yiğitlik bahsine gelince, sevgi ile Ares bile boy ölçüşemez, çünkü sevgi Ares'e tutulmuş değil, Ares sevgiye tutulmuştur. Geleneğe göre Ares'tir Aphrodite'e vurulan. Vurulan değil, vuran kuvvetlidir; yiğitler yiğidini avucuna alan, elbette herkesten daha yiğit olacaktır.

* Bilmekle bilmemek arasında doğru düşünmek diye bir şey vardır.

* Bilgisizlik neden kötüdür? Cahil kişi güzellikten, iyilikten, akıldan yoksunken, hepsini kendinde toplamış sanır da ondan. Yoksun olduğunu bilmeyen kimse ne diye kendinde olmayanın peşine düşsün?

* Doğurma sonsuzluğa götürür, ölümlüyü ölümsüz eder. İyiyi isteyen ölümsüzlüğü istemek zorunda, çünkü sevginin iyiyi bir an için değil, her zaman için istemek olduğunda anlaşmıştık. Kendi sözlerimizin sonucu bu: Sevgi ister istemez ölümsüzlüğün sevgisidir.

* Bilgi yitirildiği içindir ki öğrenme diye bir şey vardır.

* İnsanlardaki yükselme hırsına bir bak, ne kadar saçma bulacaksın bu hırsı, eğer onu demin söylediklerime bağlamazsan, insanların 'ölmez bir ün bırakalım gelecek zamanlara' diye, nasıl şan şeref arzusuyla yanıp tutuştuklarını düşünmezsen. Çocuklarından çok bu gaye uğruna, her tehlikeyi göze alırlar, varlarını yoklarını harcar, her mihnete karlanır ve ölmeye bile razı olurlar. Sen sanıyor musun ki eğer aramızda hala yaşayan, ölmez bir yiğitlik hatırası bırakmayı ummasalardı, Alkestis Admetos için ölür, Akhilleus Patrokles için canını verir, sizin Kodros krallık oğullarına kalsın diye ölüme atılırdı! Hiç inanma. Bence her insan iyi bir ad bırakmak, ölümsüz bir yiğitlik şerefi kazanmak için elinden gelen her şeyi yapar. Hem ne kadar değerliyse, o kadar düşer bunun üstüne. Neden? Ölümsüzlüğü sever de ondan.

* Dinle beni şimdi: Sırlara yolunca ermek isteyenin daha genç yaşında güzel bedenleri araması gerek. Onu yola koyan, doğru yola koymuşsa, ilkin bir tek insanı sever ve ona söyleyecek güzel sözler bulur. Sonra anlar ki, şu bedende gördüğü güzellik her bedeninkinin eşi, kardeşidir; görüş güzelliğini arayan için bütün bedenlerdeki güzelliği bir tek şey saymamak delilik olur. Bunu iyice anladı mı, bütün güzel bedenleri sever, bir tekine olsun düşkünlüğü gevşer, çünkü artık böyle bir düşkünlüğü küçümser, hiçe sayar. Bundan sonra yapacağı şey, can güzelliğini beden güzelliğinden üstün görmektir. Değerli bir can, bedendeki pırıltısı sönük de olsa, sevgisini coşturmaya yetmeli; ona kendini verip, gençlerin yükselmesi için söylenecek en güzel düşünceleri aramalı, bulmalıdır. Böylece güzelliği ister istemez yaşayış, davranış yollarında görecek, hepsindeki güzelliğin aslında hep aynı güzellik olduğunu fark edecek ve böylece beden güzelliğine fazlaca kapılmamayı öğrenecek. Davranış, yaşayış yollarından bilimlere geçip onlardaki güzelliği de görecek. Gözleri böylece daha geniş bir güzele erdiği zaman, artık bir tek varlığa bağlanmayacak, bir delikanlının, kim olursa herhangi bir adamın, şu veya bu davranışın kulu kölesi olup incir çekirdeği doldurmaz laflar etmeyecek.
Önüne serilen engin güzellik karşısında içi dolup taşacak, en güzel, en yüce sözlerle, sonsuz bilgi özleminin yarattığı engin düşüncelerle. Ve işte o zaman gücü kuvveti arttıkça artacak, bir tek bilgiye, şimdi anlatacağım güzelim bilgisine erecek.
Şimdi can kulağıyla dinle beni. Sevginin şimdi vardığımız yerine kadar götürülen adam bütün güzel şeyleri birbiri ardı sıra ve gerekli düzen içinde götürdükten sonra, girdiği yolun sonuna ulaşarak, birdenbire eşssiz bir güzellikle, güzelliğin özü ile karşı karşıya gelecek. İşte buna ermek içindi bütün emekleri. Bu güzellik artık hep var, doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzelliktir, bir bakıma güzel, bir bakıma çirkin, bugün güzel, yarın çirkin, şuna göre güzel, buna göre çirkin, bir yerde güzel, bir yerde çirkin, kiminin gözünde güzel, kiminin gözünde çirkin bir güzellik değildir. Bir güzellik ki, kendini bir yüzle, elle ayakla, bedene bağlı hiçbir şeyle göstermeyecek, ne bir söz alacak, ne bir bilgi, bir canlıda, belli bir varlıkta bulunmayacak, ne canlıda, ne yerde, ne gökte, hiçbir yerde, kendi var, kendinden var, kendisi ile hep bir örnek. Bütün güzellikler ondan pay alır; kendisi onların parlayıp sönmeleriyle ne artar, ne eksilir, ne de bir değişikliğe uğrar. Demek insan, yolunca, bir delikanlı sevgisiyle dünya gerçeklerinin üstüne çıktı mı, o güzelliği görmeye başlar. O zaman artık neredeyse, sevginin yüce sırlarına ermiştir. İşte doğru yolu budur, sevgi dünyasına ister kendi kendine, ister kılavuzla ulaşmanın: Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın, hiç durmadan basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin, bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bütün güzel bedenlere, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de sonunda bir tek bilgiye varacaksın: Bu bilgi de o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, asıl güzelin özünü tanımaktan başka bir şey değildir.
İnsanın salt güzellikle karşı karşıya geldiği an yok mu, sevgili Sokrates işte yalnız o an için insan hayatı yaşanmaya değer! dedi Mantineialı yabancı kadın. Günün birinde onu görürsen, hiçe sayarsın artık altınları, süsleri püsleri, o şimdi aklını başından alan güzel çocukları, delikanlıları, hep yanlarında kalmak, yüzlerine bakmak için seni de herkes gibi yemekten içmekten eden sevgilileri. Düşün ne olur, bir görebilirse insan güzelliğin kendini; her şeyden soyunmuş, arınmış, katıksız! İnsanın tenine, bedenine, rengine, daha bir sürü ıvır zıvırına bulanmış güzelliği değil, bir tek görünüşüyle Tanrı güzelliğini! Böyle bir güzelliğe gözlerini kaldırıp bakmanın, onunla kaynaşmanın yolunu bulanın hayatını küçümseyebilir misin? Ancak orada güzele yalnız güzeli görecek gözle bakan erdem taslakları, gerçek erdemler yaratabilir: Çünkü taslaklara değil, gerçeğin ta kendisine bağlanmıştır. Yalnız gerçek erdemi yaratan ve besleyen, Tanrının sevdiği bir insan olabilir, yalnız o insanlar arasında bir insanın erebileceği ölümsüzlüğe erer.

* Düşüncenin gözü ne zaman iyi görmeye başlar: Gözlerimiz keskinliğini kaybedince.





ŞÖLEN-PLATON
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren: Azra ERHAT - Sabahattin Eyuboğlu

20 Ağustos 2010 Cuma

GORGİAS - PLATON

* ... hatip ikna etmekte hekimden daha becerikliyse, bilgisizler önünde konuşan bilgisiz de bilgiliden daha beceriklidir, ikna etmekte. ... Bilgisizlerin önünde bilgililerden daha bilgili görünmek için retoriğin birtakım şeylerin gerçekte ne olduğunu bilmeye gereksinmesi yoktur.

* SOKRATES: İnsanların, bir işe giriştiklerinde, yaptıkları şeyi mi yoksa ulaşmaya çalıştıkları şeyi mi istediklerini sanıyorsun? Sözgelimi sence, hekimin verdiği bir ilacı yutanların isteği, verilen bu tatsız ilacı içmek midir, yoksa bu ilacın getireceği sağlık mıdır? ... İnsanları öldürmeyi, sürgün etmeyi,mallarına el koymayı geçici bir heves uğruna istemeyiz. Bütün bunları, bize yararlı olduklarında yapmak isteriz; eğer zararlıysalar istemeyiz. Çünkü senin de belirttiğin gibi, istediğimiz, iyi olan şeylerdir; ne iyi ne de kötü olanlara gelince, onları da kötü olanlar gibi, istemeyiz. Doğru değil mi? Haklı mıyım, değil miyim, Polos? Hadi yanıt versene.
POLOS: Haklısın.
SOKRATES: Bu konuda seninle anlaştığımıza göre, şöyle diyebiliriz herhalde: Bir tiran ya da bir hatip kendine zararlı olduğu halde yararlı olduğunu sanarak herhangi birini öldürttüğü, ya da şehirden sürgün ettiği veya malına mülküne el koyduğu zaman kendi hoşuna gitmiş olan şeyi yapmış olur değil mi?
POLOS: Evet.
SOKRATES: Yaptığı, sonuç olarak kötü bile olsa, yine de kendi istediğini yapmış değil midir? Hadi yanıt versene.
POLOS: Hayır, sanırım istediğini yapmış olmuyor.
SOKRATES: Öyleyse, senin de belirttiğin gibi güçlü olmak iyi bir şeyse, böyle bir güce sahip olan kimse kendi şehrinin yönetiminde güçlü olabilir mi?
POLOS: Hayır, olamaz.
SOKRATES: Demek ki devlet içinde çok güçlü olmayan biri kendi istediğini değil de kendi hoşuna gideni yapar, derken haklıymışım.

* Kötülüklerin en büyüğü haksızlık yapmaktır.

* Ya haksızlık yapmam ya da haksızlığa uğramam gerekseydi, haksızlık yapmayı değil, haksızlığa uğramayı yeğlerdim.

* ... erkek ya da kadın, her kim ki dürüsttür, o mutludur; her kim ki doğru yoldan ayrılmıştır ve kötüdür, o mutsuzdur bence.

* KALLİKLES: ... çoğunlukla, doğa ve yasalar birbirine karşıttır. Bu nedenle, insan utanıp düşündüğünü söylemekten çekinirse, sözleri birbirini tutmaz olur.

* İnsanı insana bağlayan en sıkı dostluk, eski bilgelerin de dediği gibi, benzeri benzere bağlayan dostluktur. (Frankenstein?)

* ...
en kötü insanlar, kudretliler arasındann çıkıyor. Bununla birlikte, onların arasında da hayranlık duyulacak erdemli insanların bulunmasına hiçbir engel yok. Çünkü, kötülük etme olanağı ellerinde olduğu halde, bütün ömürlerini dürüstçe geçiren insanların bu davranışları çok güç ve övülecek bir şeydir, Kallikles. Ama, bu nitelikteki insanlara çok az rastlanır. Ne var ki, bu şehirde ve öteki şehirlerde kendilerine verilen işleri dürüstlükle yürütmüş erdemli insanlar var ve ilerde de var olacak. Hatta, bunlardan birinin bütün Yunanistan'da ün kazandığı görülmüştür; bu, Lysimakhos'un oğlu Aristides'tir. Ama, iktidara geçenlerin çoğu da kötü insan oluverir, değerli Kallikles.




GORGİAS-PLATON
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren: Mehmet RİFAT - Sema RİFAT

18 Temmuz 2010 Pazar

TİMAİOS - PLATON

* Varlığın oluşla ilgisi neyse gerçeğin de inançla ilgisi odur.

* İlksiz tanrı, bir gün doğacak tanrıyı düşünerek, evreni düz, her yanı bir, ortasından aynı uzaklıkta, tam, kusursuz cisimlerden birleşik bir cisim yaptı. Ortasına, bir ruh koydu; onu her yanına yaydı, hatta cismin dışını bile onunla kapladı. Böylece daire şeklinde, biricik, tek başına, fakat kusursuzluğu sayesinde başka hiçbir kimseye ihtiyacı olmadan kendi kendisiyle yaşayabilen, bilgiden, dostluktan yana da kendi kendine yeten bir gök kurdu, ona bu vasıfları vererek bahtiyar bir tanrı yarattı.

* Tanrı ruhu vücuttan önce, yaş ve erdem bakımından da ona üstün yaratmıştır. Çünkü ruh, hükmetmek, emretmek için, vücut da boyun eğmek için meydana getirilmiştir.

* Bir nesnenin başka cinsten olmasının sebebi eşitsizliğidir.

* Onlar tanrıyı örnek aldılar, ruhun ölümsüz ilkesini alınca da ruhun etrafında sonradan ölümlü bir ten vücuda getirdiler, onu taşısın diye de bütün vücudu verdiler. Sonra bu vücuda, ayrıca başka bir ruh, kendisinde korkunç, kaçınılmaz tutkular taşıyan ölümlü bir ruh daha vücuda getirdiler: Önce kötülüğün en büyük çekici kuvveti olan hazzı, sonra, bizi iyilikten uzaklaştıran acıları, daha sonra iki kötü nasihatçi olan ataklıkla korkuyu, ondan sonra da zor yatıştırılan öfkeyi, nihayet bizi çabucak aldatan ümidi.

* Bizi yaratan sanatçılar kendi kendilerine daha uzun, ama daha kötü hayatı olan bir insan soyu meydana getirmek mi, yoksa daha kısa, ama iyi hayatı olan bir soy yaratmak mı gerektiğini sordular. Kısa ama daha iyi bir hayatın, uzun ama daha kötü bir hayata, herkes için, her bakımdan tercih edilmeye değer olduğuna karar verdiler. Böylece başı, eklemi olmadığından etle, kirişle değil, ince bir kemik tabakasıyla örttüler. Bütün bu sebeplerden ötürüdür ki insan vücuduna eklenen baş, vücudun bütün öteki kısımlarından çok daha duygulu, daha zeki, ama daha zayıftır.

* Giden parçalar gelenlerden daha çoksa canlı, yavaş yavaş harap olur; gelenler gidenlerden çok olursa büyür. Böylece, canlının bütün teni genç, kendisini meydana getiren türlerin üçgenleri, tezgahtan çıkmış gibi, yeni olursa, bütün kütlenin dayanıklılığı, henüz kemik iliğinden meydana gelmiş ve sütle beslenmiş olduğundan, her ne kadar yumuşak ise de birbirlerine kuvvetle bağlıdırlar. Bunun için, dışarıdan yiyecek ve içecek olarak içine aldığı üçgenler, kendi öz üçgenlerinden daha yaşlı ve daha zayıf olduğuna göre, onları kendi yeni üçgenleri ile kesip hükmü altına alır, canlıyı da kendi öğelerine benzeyen birçok öğelerle besler. Ama üçgenlerin kökleri, birçok düşmanlara karşı uzun zaman devam ettirdikleri savaşlarda gevşeyince artık dışarıdan gelen besleyici üçgenleri bulup hazmedemezler; bu sefer dışarıdan gelenler onları kolayca böler. Ozaman savaşta yenilen bütün canlı, yavaş yavaş çöker ve bu hale yaşlılık denir. Nihayet, kemik iliğinin üçgenlerini bir arada tutan bağlar yorgunluktan gevşeyip dayanıklılıklarını kaybedince, ruhun bağlarını da gevşetirler, o da yaratılışına uygun olarak kurtulur, sevinerek uçup gider; çünkü, tabiata aykırı olan her şey insana nasıl acı verirse, tabiata uygun olarak meydana gelen her şey de zevk verir. Bunun için hastalıkların, yaraların sebep olduğu ölüm acılı ve şiddetlidir. Halbuki yaşlılıkla, tabiatın belli ettiği zamanda gelen ölüm ölümlerin en az acı verenidir ve daha ziyade, sevinçle gelir.

* Bir öğe tabiata aykırı olarak özelliklerini veya yerini değiştirirse önceden soğuk olan kısımlar sıcak, nemli olan kısımlar kuru, hafif veya ağır olan kısımlar bunun karşıtı olurlar ve her yönden her türlü değişikliğe uğrarlar. Görülüyor ki bir nesne aynı nesne ile aynı şekilde, gereken oranda birleştiği, yahut da ayrıldığı zaman kendi kendinin aynı kalarak sağlam ve sıhhatli kalabilir. Bir öğe başka bir öğeden ayrılırken, yahut da onunla birleşirken bu kurallardan biri yerine gelmemiş olursa bu karışıklık her türlü bozukluklara, hastalıklara, sayısız çöküntülere sebep olacaktır.

* İnsan neşeli yahut da aksine olarak son derece kederli olursa, zevki tatmaya yahut da kederi bir yana bırakmaya vakitsiz bir gayret gösterir ve hiçbir şeyi ne doğru işitmeye, ne de doğru görmeye imkan bulur; adeta bir deliye benzer, aklını başına alacak hali kalmaz.

* Saç yerine tüyleri olan kuşların soyuna gelince onlar küçük bir değişme ile kötülüğü olmayan hafif, gökyüzüyle meşgul, fakat saflıkları yüzünden gözle gördükleri şeylerin yaratanlar olduğuna inanan şekil değiştirmiş insanlardır.
Karada yaşayan hayvanlar ile yırtıcı hayvanların soyu da kafada meydana gelen hareketleri kullanmadıkları, kendilerini sadece göğüslerine yerleştirilmiş olan ruh kısımlarının eline bıraktıkları için hiç felsefe ile uğraşmayan ve gök cisimlerinin hiçbirinin özüne dikkat etmeyen kimselerden meydana gelmiştir. Bu alışkanlığın tesiriyle ön organları ile kafaları, toprakla olan yakınlıkları yüzünden, toprağa doğru eğiktir. Kafatasları uzamış, ruhlarının hareketi, tembellikleri yüzünden her birinde nasıl bozulmuşsa, ona göre çeşit çeşit şekiller almışlardır. Bu çeşit varlıkların dört veya daha fazla ayaklı olmalarının sebebi şudur. Tanrı en budalalarına, toprağa daha çok bağlı kalsınlar diye, daha çok ayak vermiştir. İçlerinde en ahmak olanlarına, ayakları hiçbir işlerine yaramadığı için, vücutlarını boylu boyunca toprağa uzatanlara gelince, tanrı onları ayaksız, toprağın üstünde sürünür yaratmıştır. Nihayet dördüncü tür, suda yaşayanlar, insanların en aptallarından, en bilgisizlerinden meydana gelmiştir. Onlara bu şekli veren yüce yapıcılar tam manasıyla soluk almalarına bile izin vermemişlerdir, çünkü ruhları işledikleri günahlar yüzünden, kötülükle doluydu. Onları temiz ve hafif olan hava yerine, derin ve bulanık suyun içinde nefes almak zorunda bırakmışlardır. İşte balık türü ile suda yaşayan kabukluların türü böylece meydana geldiler. Onlar derin bilgisizliğe düştükleri için, en derin yerlere yerleştirilmişlerdir. Böylece o zamanlarda olduğu gibi bugün de canlı varlıklar, zeka veya budalalıklarının azalıp çoğalmasına göre, birbirlerinin kılığına girmekte, şekil değiştirmektedirler.





TİMAİOS-PLATON
Sosyal Yayınlar
Çeviren: Erol GÜNEY - Lütfi AY

17 Temmuz 2010 Cumartesi

KRATYLOS - PLATON

* Madem ki konuşmak şeylerle ilgili bir aksiyondur, öyleyse adlandırmak da bir aksiyondur. (Sokrates'e göre, dil, insanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan bir araç olmaktan çok, onların şeylerle ilişki kurmalarına yarayan bir aktivite şeklidir. Hiç değilse başlangıçta böyleydi.)

* Bütün kahramanlar, ya bir tanrı ile bir ölümlü kadının, ya da bir ölümlü erkekle bir tanrıçanın aşkından doğmuşlardır. Bu adı, bir de eski attike dilinin ışığında incelersen, bunu daha iyi anlarsın: çünkü o zaman bu adın aşk'tan (eros) -kahramanların (heros) doğuşlarını borçlu oldukları aşktan- türeme olduğunu, yalnızca şekil bakımından ufak bir değişikliğe uğramış olduğunu görürsün.

* ... bu 'anthropos' adı; gördükleri şeyi gözlemlemekten, onun üzerinde düşünmekten, onu incelemekten aciz olan hayvanların aksine olarak, insanın bir şeyi görür görmez -epope'nin anlamı da budur zaten- hemen onu incelemeye ve onun üzerinde düşünmeye başladığı anlamına gelir. Bu nedenledir ki, pek haklı olarak, varlıklar arasında yalnız insana 'anthropos' adı verilmiştir: Çünkü o, gördüğü her şeyi inceler (anathron ha epope).

* SOKRATES: Bedenin doğasını tümüyle muhafaza eden ve taşıyan, böylece onu yaşatan ve hareket ettiren sence nedir? Ruh değil mi?
HERMOGENS: Elbette o.
SOKRATES: Peki, ya bütün öteki varlıkların doğasını? Bütün öteki varlıkların düzen veren ve onları muhafaza eden şeyin, bir akıl, bir ruh olduğuna, Anaksagoras'la birlikte inanmıyor musun?
HERMOGENES: İnanıyorum.
SOKRATES: Öyleyse, doğayı (phusis) taşıyan (okhei) ve muhafaza eden (ekhei) bu güce 'phusekhe' denmesi doğru olurdu. Ama, kulağa daha hoş gelen bir deyişle, ona psukhe de denebilir.

* Bazıları, bedeni (soma), ruhun halen içinde gömülü bulunduğu mezar (sema) diye tanımlıyorlar. (Sokrates Gorgias'ta, bilgin bir kişiden, bizim şimdiki hayatımızın bir ölüm, bedenin de bir mezar olduğunu işittiğini söyler. Bu kişi muhtemelen Philalolas'tır. Orpheusçulara atfedilen etimolojisi konusunda Sokrates, Mysterler'de söylenen bir formülü hatırlatır: 'Biz insanlar bir çeşit zindanda bulunuyoruz, buradan ne çıkabilir, ne de kaçabiliriz.') Başka bazıları ise, ruh, tezahürlrini beden vasıtasıyle gösterdiğine göre, buna haklı olarak, işaret (sema) denildiğini söylüyorlar. Ama, bana öyle geliyor ki, bu adı bulanlar, orpheusçulardır ve onlar, bunu, ruhun işlediği günahların kefaretini ödemekte olduğu ve bu nedenle bir hapishaneye benzeyen bedenin dört duvarı içinde muhafaza (sozetai) altında tutulduğu düşüncesiyle yapmışlardır. Yani beden (soma), adının da gösterdiği gibi, ruhun zindanıdır (soma=zindan) ve ruh borcunu ödeyinceye kadar orada kalacaktır. (O zaman intihar da firar olsa gerek.) Dolayısıyla, kelimenin tk bir hecesini bile dğiştirmeye gerek yoktur.

* Düşünce (phronesis), hareketin ve akışın zihin tarafından kavranmasıdır (phoras onesis). Onu, hareketin yardımcısı (phoras onesis) olarak da anlayabiliriz. Her halükarda, o, hareketle ilişkilidir.

* 'Delia' ruhu güçlü bir şekilde bağlayan bir bağı ifade eder, çünkü lian (çok) bir güç demektir. Bu durumda, korkaklık (deilia) bir bağdır (demos), ruhu bağlayan güçlü (lian) ve son derece kudretli bir bağ.

* Ania (keder); hareketi engelleyen (an-ineai) şeydir.

* 'Euphrosune'yi (neşe) açıklamaya gerek yok; onun, adını ruhun -eşyanın (şeylerin) hareketine sıkıca uydurulmuş (eu sompheresthai)- hareketinden almış olduğunu herkes kolayca görür.

* Ad, taklit edilen ve adlandırılan şeyin sesle yapılmış bir tür taklididir. Burada, bir şeyi taklit etmek için ses kullanılıyor.

* İnsanın kendi kendini aldatması kadar tehlikeli bir şey olamaz: seni aldatmaya hazır kişi, bir an bile uzaklaşmadan hep yanıbaşında durursa, bundan daha korkunç bir durum olabilir mi?

* SOKRATES: İmaj ve demin sözün ettiğimiz şey (Bu sözler, Aristoteles'in, idealar teorisinin şeyleri gereksiz yere çiftleştirdiği eleştirisine adeta önceden verilmiş bir cevap gibidir. Platon'a göre şeyler, yani ideaların imajları bunların ikiz eşi değildirler.) için başka türlü bir doğruluk aramamız ve ayrıntının yokluğu veya ilavesi ile imajın mutlaka ortadan kalkacağı fikrine kapılmamamız gerekiyor. İmajların, imajı oldukları objelerle aynı içeriğe sahip olmaktan ne kadar uzak olduklarının farkında değil misin?
KRATYLOS: Farkındayım.
SOKRATES: Eğer adlar, adları oldukları objelerin tıpatıp benzeri olsalardı, herhalde bunları hayli gülünç duruma sokarlardı. O zaman her şey çift olur ve biz, bunlardan hangisi objenin kendisi, hangisi onun adı ayırt edemezdik.

* SOKRATES: ... bizatihi güzel diye bir şeyin bulunduğunu ve her bir varlık için de bunun böyle olduğunu söyleyebilir miyiz, söyleyemez miyiz?
KRATYLOS: Evet Sokrates, bence söyleyebiliriz.
SOKRATES: Öyleyse, bu bizatihi şeye bir bakalım -bir yüz veya aynı cinsten herhangi bir obj güzel mi değil mi, akıp gidişe tabi mi değil mi, bunu bilmek için değil; fakat güzelin kendisinin, bizatihi güzelin ne olduğunu bilmek için. İmdi, bu bizatihi güzelin daima kendi kendisinin benzeri olarak kaldığını söyleyemez miyiz?
KRATYLOS: Zorunlu olarak söyleriz.
SOKRATES: O, eğer durmadan geçip gidiyorsa, önce bir türlü iken, hemen sonra başka bir nitelik alacak demektir ki, bu durumda onu doğru olarak adlandırmak nasıl mümkün olur? Biz daha ağzımızı açarken, o hemen başkalaşıp, elimizden sıyrılmaz, aynı halde olmaktan çıkıvermez mi?
KRATYLOS: Kesinlikle öyle olur.
SOKRATES: Öyleyse hiçbir zaman aynı halde olmayan şeye nasıl varlık izafe edebiliriz? Eğer o, herhangi bir an aynı halde kalacak olursa, en azından o an için, yerinde hareketsiz duracağı açıktır ve eğer o, daima aynı halde kalıp, daima aynı olsaydı, kendi formunu terk etmeden nasıl değişebilir veya hareket edebilirdi?
KRATYLOS: Kesinlikle öyle olur.
SOKRATES: Üstelik o hiçbir kimse tarafından bilinemezdi de. Çünkü kim onu bilmeye teşebbüs edecek olsa o, o an, başka ve farklı bir şey olur ve bu yüzden onun ne olduğunu ya da ne halde bulunduğunu bilmeye artık imkan kalmazdı (Herakleitos?) Apaçıktır ki, hiçbir bilgi, eğer objesi belirlenmemiş bir halde ise onu bilemez.
KRATYLOS (Nam-ı diğer emme basma tulumba) : Doğru söylüyorsun.
SOKRATES: Eğer her şey değişir, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz olursa, Kratylos, o zaman muhtemeldir ki bilgi diye bir şey de artık söz konusu olamaz. Çünkü, bilgi adını verdiğimiz bu şey, eğr değişerek bilgi olmaktan çıkmazsa, bilgi her zaman için varlığını sürdürür ve bilgi diye bir şey olur. Ama, bilginin bizzat formu değişecek olursa, bilgi, bilgi formundan başka bir forma dönüşmüş olur ki, bu durumda artık ortada bilgi diye bir şey kalmaz. Ve de eğer bilgi formu sürekli değişiyorsa, bu takdirde hiçbir zaman bilgi olmaz; yani ortada ne bilecek bir süje, ne de bilinecek bir obje kalır. Ama, bunun aksine, bilen de, iyi de, tek tek varlıkların herbiri de her zaman için varsa, şu an sözünü ettiğimiz şey, bana hiç de bir akışa, bir hareketliliğe benzer bir yanı varmış gibi görünmez. Şimdi, bu hakikaten böyle midir, yoksa hakikat ötki teoride, Herakleitos ekolünün ve başka birçok kişilerin (özellikle sofistlerin ve en başta Protogoras'ın) teorisinde midir? Korkarım, aydınlatılması zor bir nokta bu. İnsanın, adlara ve onların yaratıcılarına tam bir güvenle, kendini ve ruhunu adların aracılığına teslim etmesi; ve bir şeyler biliyormuş gibi, kendisinde ve şeylerde hiçbir istikrar bulunmadığına hükmederek, her şeyin aktığını ve bir çamur tortusu gibi kayıp gittiğini ileri sürmesi; kısaca, şeyleri tıpkı nezleli kişiler gibi tasavvur edip, her şeyin akıntı illetine tutulmuş olduğuna hükmetmesi pek akıllıca bir iş değildir belki. Gerçi, aslında bu böyle olabilir, Kratylos; ama, olmayabilir de. Onun için, cesaretle ve usulü dairesinde (yok böyle bir çeviri!) bir araştırmaya giriş, hiçbir şeyi iyice düşünüp taşınmadan benimseme -çünkü, sen henüz gençsin, çiçeği burnunda çağdasın- ve iyice araştırdıktan sonra, uygun görürsen, buluşlarını bana da bildir.


NOT 1: Kalın puntolu kısımlar, metne düşülen dipnotlardır. Dipnotların çevirene mi ait olduğu, yoksa başka bir kaynaktan mı alıntılandığı kitapta belirtilmemiştir.
NOT 2: İtalik harfli kısımlar ise, tahmin edilebileceği gibi şahsi zırvalamalarımdır.




KRATYLOS-PLATON
Sosyal Yayınlar
Çevien: Cenap KARAKAYA

15 Mayıs 2010 Cumartesi

PHAİDON - PLATON

* İnsanların haz adını verdikleri şey görünüşte ne gariptir, onunla karşıtı sayılan acı arasında ne tuhaf bağlantılar var, onlar insanda aynı zamanda yan yana bulunmak istemezler. Ama birini kovalayıp yakaladınız mı, çifte varlıkları sanki tek bir başa bağlanmış gibi, öbürünü hemen her zaman yakalamak zorunda kalırsınız.

* Kendini gerçekten felsefeye vermiş olanların, yalnız ölmek ve ölmüş olmak için çalıştıklarını halk bilmez görünür. Bu doğru ise, bütün hayatı boyunca yalnız ölüm emelini besledikten sonra, ölüm gelince, uzun zamandan beri o kadar istenilen o kadar aranılan şeye karşı isyan edilmesi şüphesiz çok saçma olur.

* Gerçek filozofların şöyle düşünmeleri ve aralarında şu sözleri söylemeleri gerek: Evet, belki ölüm bizi amaca dosdoğru götüren yoldur, çünkü araştırmalarımızda ten akılla beraber oldukça, ruhumuz böyle kötü bir şeye bulaşmış bulundukça isteğimizin amacı olan şeyi, yani hakikati hiçbir zaman elde edemeyeceğiz. Gerçekten tenimiz kendisini beslemeye mecbur olduğumuz için, binlerce güçlüklere sebep olur. Bundan başka ansızın çıkıp gelen hastalıklar hakikatin peşinde koşmamıza engeldir. Bu kadarla da kalmıyor: Ten bizi her neviden istekler, tutkular, korkular, kuruntularla, bin türlü saçmalıklarla doldurur, öyle ki haklı olarak denildiği gibi, bir an olsun onunla gerçekten düşünmek mümkün olmaz. Kavgalar, geçimsizlikler, çabalamalar yalnız tenden ve onun isteklerinden değil de nereden geliyor? Bütün bunlar, mal ve para hırsından çıkıyor. Bizi mal ve para biriktirmeye zorlayan sebep ise ihtiyaçlarının kölesi bulunduğumuz tendir. İşte bunun için felsefeye ayıracak boş zamanımız kalmıyor. Fakat işin asıl kötüsü, ten bize biraz zaman bıraksa da bir şeyi incelemeye koyulsak, çalışmamıza durmadan karışır, bizi yanıltır ve hakikati görmemize engel olacak şekilde bizi felce uğratır. Bundan ötürü, bir şeyi gerçek olarak bilmek istiyorsak, tenden ayrılmamız, yalnız ruhla, neleri kendiliklerinde temaşa etmemiz gerekir, bunu artık biz, iyice anladık: işte ancak o zamandır ki, kendisine o kadar aşık olduğumuzu söylediğimiz bilgeliğe belki kavuşmuş oluruz, fakat daha hayatta iken değil, uslamlamanın gösterdiği gibi, öldükten sonra. Gerçekten tenle beraber bulundukça hiçbir şeyi arılığı içinde öğrenmek mümkün değilse, iki şeyden biri: Ya gerçek bilgi hiç mümkün değildir, yahut onu yalnız ölümden sonra elde edeceğiz, çünkü tenden ayrılan ruh ancak o zaman kendi kendisiyle kalır; daha önce buna imkan yoktur. Bundan başka biz yaşadıkça öyle sanıyorum ki, ancak tenden uzaklaştığımız, mutlak zorunluluk halleri bir yana bırakılırsa onunla hiçbir ilgimiz olmadığı, dokunması ile bizi kirletmesine müsaade etmediğimiz ve tanrının kendisi bizi gelip kurtarıncaya kadar kendimizi arıtmaya çalıştığımız nispetle hakikate yaklaşmış oluruz. Sonra tenin çılgınlıklarından kurtularak böyle arınmış bir hale gelince, muhtemel ki bizim gibi arınmış varlıklarla yaşayacağız ve o doğrudan başka bir şey olmayan saf özü kendimizde tanıyacağız. Gerçekten saf olmayan biri için saf olan bir şeyi kavramak imkansızdır.

* Ölçülü olmalarının temeli bir çeşit ölçüsüzlük değil midir? İlk bakışta bu imkansız görünse de ahmakça ölçülülükleri yüzünden yukarıdaki durumu andıran bir durumda bulunurlar. Çünkü istedikleri hazdan mahrum olmak korkusuyladır ki ancak başka bir hazdan vazgeçerler, birinden sakınıp ötekinin boyunduruğuna girerler. Hazlarla sürüklenmek eylemine ölçüsüzlük adını verdikleri halde bu insanlar bazı hazlara mağlup oldukları için bazı hazlara da hakim olurlar. o halde demin dediğim gibi, bunların ölçülülüğü ölçüsüzlük yüzündendir. Büyük bir parayı verip karşılığında birçok ufak para alındığı gibi, bir hazzı başka bir hazla, bir acıyı başka bir acıyla, bir korkuyu başka bir korkuyla değiştirmek, erdemi değiştirmek için gerçek bir yol değildir. Fakat karşılığında bütün bunların değiştirilmesi gereken tek sağlam ara, bilgeliktir. Yüreklilik, ölçülülük, adalet, her şey ancak bununla satın alınır. Bir kelime ile, gerçek erdem bilgelikle kazanılır; bu erdeme hazlar, korkular ve bu çeşit bütün başka şeyler eklenmiş veya eklenmemiş olsun, ne ehemmiyeti var? Bilgelikten ayrılmış ve birbirleriyle değiştirlmiş erdemlere gelince, bunlar, doğrusu ancak kölelere yaraşan, sağlam, doğru tarafları olmayan bir gölgeden başka bir şey değildirler.

* O halde şu noktada bereaberiz dedi: Bir kimse, gözlerinin önündekine benzer bir şey gördüğü zaman, o şeyin gerçek başka bir şeye benzemeye meylettiğini fakat kendisindeki eksiklik yüzünden, ona tam benzeyemediğini ve ondan aşağı kaldığını düşünüyorsa, bu düşüncede bulunan kimsenin o gerçek şeyi -o şey ki gördüğü şeyin ona tam olmasa da gene benzediğini söylemektedir- önce tanımış olması geekmez mi?
O halde dedi, ilk defa eşit şeyleri görerek kendi kendimize "bütün bu şeyler eksik de olsa kendinden eşitlik gibi eşit olmak istiyorlar" dediğimiz zaman daha önce kendinden eşiti tanımış olmamız gerekir.
O halde dedi, görmeye, istemeye başlamadan ve başka duyularımızı kullanmadan önce, bu kendinden eşitliğin ne olduğunu öğrenmiş olmamız gerekiyor; duyulardan gelen eşitlikleri bu kendinden eşitliğe atfedebilmemiz ve bütün bu eşitliklerin kendinden eşitliğe yaklaşmaya çalıştıklarını, fakat bunda başarı göstermediklerini fark etmemiz ancak böyle mümkün olacaktır.
Biz dünyaya gelmeden önce bu bilgiyi kazandıksa, bu bilgi ile dünyaya geldikse, o dünyaya gelmeden önce de dünyaya gelirken de yalnız eşitliği, büyüğü, küçüğü değil,, aynı tabiatta olan bütün şeyleri de biliyorduk; çünkü burada söylediklerimiz eşitliği ilgilendirdiği gibi kendinden güzeli, kendinden iyiyi doğruyu kutsala, bir kelime ile suallerimizle cevaplarımızda mutlağın mührü ile damgaladığımız bütün şeyleri de ilgilendirir; öyle ki dünyaya gelmeden önce, bütün bu şeyler hakkında bilgi sahibi olmuş olmamız gerekiyor.
Bu bilgilere sahip olduktan sonra dedi, her defasında onları unutmasaydık, dünyaya hep onları bilerek gelmekle kalmaz, yaşadıkça da onları bilirdik. Çünkü bilmek, kazanılmış bilgileri muhafaza etmek, onları unutmamaktan başka bir şey olmadığı gibi unutmak adını verdiğimiz şey de Simmias, öğrendiğimizi kaybetmek değil midir?
Fakat dedi -farz ediyorum- dünyaya gelmezden önce kazanmış olduğumuz bilgileri dünyaya gelirken unutursak, daha sonraları da duyuların yardımı ile önce bildiğimizi yeniden elde edersek, öğrenmek adını verdiğimiz şey, bizim olmuş olan bilgiyi yeniden elde etmek değil midir? Buna hatırlamak demekte haklı değil miyiz?
... Sokrates çünkü dedi: Bir şeyi görme veya işitme, veya duyulardan biri yoluyla algılayarak unutulan başka bir şeyi -görülen şey ona benzesin benzemesin- aralarında bir yakınlık olduğu için düşünmek bize mümkün görünmüştür. Sonunda bir daha söylüyorum, iki şeyden biri zorunludur: Ya kendinden gerçeklerin bilgisi ile doğmuş bulunuyor ve onları yaşadıkça muhafaza ediyoruz, yahut da öğreniyor dediklerimiz, hatırlamaktan başka bir şey yapmıyorlar; bilgi de anımsamadır.

* Bilgiyi sevenler, bak hangi fikirlerle kendilerini felsefenin ellerine bırakırlar; ruhları tenlerine sımsıkı bağlı ve yapışıktır, nesneleri aslında ne iseler öyle değil, tenin yardımıyla tıpkı bir hapis evi demirleri arasından görür gibi görür. Mutlak bir bilgisizlik içine gömülmüştür. Felsefe bu kapanışın korkunçluğunu iyice görmüştür. O isteyiğin işidir. Hapsedilenin kendisi bu bağların sımsıkı bağlanmasına yardım eder. Bilgi sevenler bilirler ki, bu durumda ruhlarını ele alan felsefe ruhun cesaretini tatlı tatlı artırır, onu kurtarmaya çabalar, gözlerin, öğrettiklerinin, kulakların ve öteki duyumların öğrettikleri gibi aldatıcı olduğunu gösterir, ihtiya. olmadıkça, onu bunlardan çekip almaya uğraşır. Bütün bilincini kendi içine çevirmesini ve toplamasını, ancak kendisine ve kendinden gerçek fikir yönünden kavranmasına güvenmesi, buna karşılık, başka vasıtalarla gördüklerinin hiçbir gerçekliği olmadığına, içinde bulundukları şartların çeşit çeşit olmasına göre değiştiklerine inanmayı emreder. Çünkü bu türlü şeyler duyulabildikleri, görülebildikleri halde onların kendi öz vasıtalarıyla gördükleri kavranılabilir ve görülemez.
Böyle bir kurtuluşa karşı gelmemek gerektiğine inanarak, gerçek filozofun ruhu zevklerden, tutkulardan, keder ve korkulardan, gücü yettiği kadar kendisini uzak tutar. Çünkü, bu zevklerin, kederlerin, korku ve tutkuların aşırılıklarının sonunda yalnız tutkuların sebep olduğu hastalıklar ve bunun varını yoğunu saçıp savurmalar gibi herkesin görüp geçirdiği kötülükler meydana gelmiyor; bir kötülük daha vardır ki bu, kötülüklerin en büyüğü, en kötüsüdür. Asıl acısı çekilen bu kötülük hesaba katılmıyor. Bu kötülük; aşırı haz ve acının eline düşen bir insan ruhunun, çektiğinin belli başlı sebebinin, hiç de öyle olmadığı halde, pek açık, pek gerçek olduğuna inanmak zorunda kalmasıdır.
Her hazzın, her acının bir nevi çivisi var. Bununla ruhu tene çivileyip çakarlar; ruhu tene benzetir, tenin dediklerine göre nesnelerin doğruluğuna inandırır. Hükümlerin de tene uymasıyla, aynı hazlardan hoşlanmasıyla, sanırım ruh aynı eylemlerde bulunmak, aynı şekilde duymak zorunda kalacaktır. Bunun sonunda, Hades'e asla arınmış olarak varamayacaktır. Her zaman bıraktığı tenle bulaşıktır. Bunun için bir başka tene girmekte gecikmez, bir tohum gibi atılır, orada kök salar. Bunun sonunda, tanrılık olanla, arınmış, yalın olanla ilgisi kalmaz. İşte bu sebeplerden, gerçek bilgi severlerden ölçülü ve yüreklidirler. Ama halk adamlarının tasarladıkları sebeplerden dolayı değil.

* Kendinden güzellik dışında bir güzel varsa, bu şey ancak bu kendinden güzelden bir şeyler aldığı için güzeldir.

* Bir insanın bir başkasından bir baş boyu daha büyük olduğunu ve daha küçüğün o kadar daha küçük olduğunu söyleyen kimseyi tasdik etmeyeceksin. Daha ziyade, itiraz edecek ve şunu söylemekle yetineceksin ki bir başkasından daha büyük olan her şey kendinden büyüklükten başka bir şeyle daha büyük değildir ve onu büyük kılan bu büyüklüktür ve en küçük, kendinden küçüklüktür.




PHAİDON-PLATON
Sosyal Yayınlar
Çeviren: Hamdi Ragıp ATADEMİR , Kemal YETKİN

8 Mayıs 2010 Cumartesi

SOKRATES'İN SAVUNMASI - PLATON

* ...ne o ne de ben iyiye, güzele dair tek şey biliyoruz. Ne var ki, o bilmeden bildiğini sanıyor, bense bilmediğimi biliyorum. Bu durumda şunu düşünmemek elde değil: Ben ondan biraz olsun daha bilgeyim, çünkü bilmediğim şeyleri bildiğime inanarak yaşamıyorum.

* Tanrının düşünme yöntemini izlersen, birkaç istisna hariç, en büyük bilge sayılanlar bilgelikten en uzak olanlardır. Nedir, ötekiler, yani bilgelikten uzak sayılanlar en akla yakın düşünenler ve anlayışlı olanlar gibi gözüküyorlardı.

* Tanığımız olan sıradan kişiler, şiirleri şairlerden daha iyi açıklayabilirlerdi. İşte o zaman, şairlerin yaratıcılık rehberlerinin bilgi olmadığını, şiirlerin içgüdüsel olarak, tanrı elçisi falcıların benzeri kutsal esinlemelerle yazıldığını anladım; ne denli güzel şeyler söyleseler de, bunun bilincinde olamıyorlardı. Kendilerini şairlik yetenekleri yüzünden insan soyunun en bilgeleri saysalar da, asla değiller.

* Sonunda tanrının söylediğine ulaştım ben de: Diğerlerinin bilgisi de bilgeliği de geri dursun; onlar gibi olacağıma olduğum gibi kalmak daha iyi değil mi? Kendime ve tanrıya yanıtım şu oldu: 'Olduğum gibi kalmak benim için en iyisidir.'

* ...başkalarının bilgisini kanıtladığım için, insanlar beni bilgili sandılar. Atinalılar, oysa sadece tanrıdır bilge olan, bana ilettiği sözüyle insan bilgeliğinin önemsizliğini, neredeyse hiç olduğunu söylemek istemiştir.

* Bir adam, değeri ister az olsun ister çok, ölecek miyim kalacak mıyım düşünmemelidir. Düşünmesi gereken, kalkıştığı işleri eğri mi doğru mu yaptığı, yürekli mi yoksa ödlek mi davrandığı olmalıdır.

* ...ölüm korkusu kişinin kendini bilge değilken bilge sayması değil midir? Bilmediğin halde bildiğini iddia etmek değil midir? Hangimiz biliyoruz ölümün ne olduğunu; ondan büyük kötülükmüş gibi korkuyoruz ama belki de insana yapılacak en büyük iyilik ölümdür. Bilmediğimiz şeyi biliyormuş gibi davranmak, eleştirilmeyi hak etmez mi? İşte yargıçlar, diğer insanlardan bu noktada ayrılıyorum; kimi konularda onlardan daha bilge olduğumu eğer, nedeni de budur: Ölümden sonra ne olduğu konusunda çok az şey bildiğim halde, bilgili olduğumu sanmıyorum. Bildiğim, ister tanrı ister insan olsun, kendimden daha iyi birine haksızlık etmemin, onların haklarını tanımamanın kötü, utanç verici bir davranış olduğudur. Kötü olduğuna emin olduğum şeylerden korkan ben, iyi olduğuna emin olmadığım şeylerden ne korkar ne de sakınırım. İşte bu yüzden, siz beni aklarsanız, Anytos'un size, 'Sokrates bu suçlardan yargılanıyor ise ona ölüm cezası vermeli; verilmezse çocuklarımız onu dinleye dinleye hepten yoldan çıkacaklar' demesine aldırmaz da, 'Biz Anytos'un dediklerine inanmayacağız, seni aklayacağız, ne var ki, sen de artık kimseyi sorgulamayacağına ve filozofluk etmeyeceğine dair yemin vereceksin; eğer bir kez daha aynı nedenle suçlanırsan cezan ölüm olur' derseniz, size yanıtım şu olur: Atinalılar, sizleri sayar severim, ancak sizin değil tanrının önünde eğilirim, son nefesimi verene dek gücüm elverdiğince felsefeyle uğraşmaya, sizleri felsefeye yönlendirmeye, felsefe öğretmeye çabalayacağım.

* Benim üstlendiğim görev, zenginlikle erdemin elde edilemeyeceğini anlatmaktır, tam zıddına, zenginlik de özel ya da genel her tür iyilik de erdemden gelir.

* Belki beni idama mahkum edebilirsiniz, sürgüne yollayabilirsiniz, ya da yurttaşlık haklarından yoksun bırakabilirsiniz; bu cezalar bana iftira atanların ve belki içinizden birkaçının daha gözünde büyük mutsuzluklar olabilir. Yine de ben böyle düşünmüyorum: Onların bir suçsuzu cezalandırmaya kalkışmaları, işte bu en korkunç mutsuzluktur.

* Beni gerçekten idam ettirirseniz, şu gülünç meseli canlandırmış olacaksınız: Soylu bir kandan gelen, iri ama yavaş, hareket etmesi için dürtülmeye muhtaç bir ata benzeyen devleti canlandırmak için tanrının musallat ettiği bir atsineğine benziyorum ben. Ben, devletin tepesinde dolanan bir atsineğiyim, her gün ve her yerde dokunuyor, uyandırıyor, azarlıyor, peşinizden ayrılmıyorum.

* Doğruluk adına savaşmak, bu yolda ömür sürmek isteyen kişi, kendini toplumdan soyutlayıp bir köşede kendi özel yaşamını sürdürmelidir.

* Meletos'un beni tanrıtanımazlıkla suçladığı bu günde, Atinalılar, ne dine ne de onurlu olmaya uyan davranışları beklemeyin benden. Size yalvarıp kendimi acınacak halde gösterseydim, sizi yemininizi bozmaya yöneltseydim, size tanrıların olmadığını söylemiş olurdum, yaptığım iş kendimi savunarak suçumu kabul etmek olurdu. Oysa yaptığım tam tersidir. Tanrıların varlığına, beni suçlayanların hepsinden çok inanıyorum, işte bu nedenle, sizin ve benim için iyi olana karar vermeyi tanrılara bırakıyorum.

* Zor olan ölümden kaçmak değildir, Atinalılar, kötülükten kaçmaktır. Çünkü kötülük ölümden hızlı koşar. Ben bu yaşımda ölümden hızlı koşamayacağıma göre, ikisinden daha yavaş olanının bana yetişmesi şaşırtıcı değil; beni suçlayanlar daha genç ve hızlılar ama, onlara yetişen kötülük olmuştur. İdama mahkum ettiğiniz ben, artık çıkıp gideceğim; ardımdan onları gerçek yargılayacak ve cana susamış kötüler olarak suçlayacak. Ben kendi cezamı çekeceğim, onlar da kendi cezalarını. Yazgı böyleymiş demek, ne denir...

* Yaşamım boyunca, en ufak bir davranışımda bile kötü bir şey yapacak olsam, beni engellemek için içimdeki o tanrısal ses harekete geçti. Oysa bugün, tanık olduğunuz gibi, başıma olabileceklerin en kötüsü geldi. O tanrısal ses, ne sabah evimden çıkarken, ne de size seslenirken beni durdurmak için sesini yükseltti. Başka günler, tam konuşmamın ortasında beni durdurduğu çok olmuştu. Bugünse, savunmam sırasında beni özgür bıraktı. Neden böyle oldu dersiniz? Dinleyin de anlatayım: Başıma gelen bir iyiliktir de ondan konuşmamıştır tanrısal ses, ölümün kötülük sayılmasının yanılgı olduğuna bir kanıttır bu. Yaptıklarım iyi olmasaydı, tanrısal ses beni uyarmaktan geri kalmazdı.

* Ben ölmeye gidiyorum, siz yaşamaya. Hangisinin iyi olduğunu tanrıdan başkası bilemez.



SOKRATES'İN SAVUNMASI-PLATON
Cem Yayınevi
Çeviren: Ali ŞAN

6 Mayıs 2010 Perşembe

FRAGMANLAR - HERAKLEİTOS

* Logos her şeye ortak olmasına karşın, çoğunluk sanki kendilerine özel düşünceleri varmış gibi yaşar.

* Mutluluk bedensel hazlardan kaynaklanmış olsaydı, öküzler yemek için burçak bulduklarında, onlara mutlu varlıklar derdik.

* Güneş her gün yenidir.

* Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir.

* Eşekler samanı altına tercih eder.

* Bağlanışlar; bütünler ve bütün olmayanlar, bir arada duran ve ayrı duran, birlikte söylenen ve ayrı söylenen. Her şeyden bir, bir'den her şey.(Herakleitos'ta uyum ancak birbirini karşılıklı olarak çeken ve iten öğeler arasında mümkündür.)

* Her sürüngen kırbaçlanarak otlağa güdülür.(Bu fragmanda Herakleitos kosmos'ta yer alan her varlığın yasaya ve kurala uygun davranması gerektiğini belirtmektedir. Nomos'a, başka deyişle belirtilen sınırlara uymayanlar kırbaçlanarak doğru yola -adaletin yoluna- sokulur. Ancak Herakleitos'ta insan dışındaki her varlık doğasına uygun davranırken, insan doğru yoldan çıkabilir ve cezasını öder.)

* Aynı ırmaklara girenlerin üzerinde farklı sular akar; ruhlar nemli olandan buharlaşırlar.(Herakleitos'ta ruhlar buharlaşarak akıllı olur ve ruhlar ırmakla benzer. Bu açıdan buharlaşma, kozmolojik değişimden çok ruhsal değişimleri anlatır.)

* Bu dinsel yürüyüş alayı ve söylenen utanç dolu ilahi -cinsel organı övücü ilahi- Dionysos adına düzenlenmiş olsaydı, insanlar çok edepsizce davranmış sayılacaklardı. Ama uğruna kendilerinden geçtikleri ve onurlarına Leneia bayramını kutladıkları Dionysos, Hades'in ta kendisi.(Herakleitos, Dionysos'un kendisini doğrudan eleştiri konusu yapmadan, Dionysos Lenaios adına düzenlenen utanç verici törenleri imalı olarak kınar. Leneia, Dionysos onuruna ocak ayında kutlanan ve doğanın gücünü ve bereketi simgeleyen şarap fıçısı bayramıdır. Herakleitos, Dionysos'un karşıtlardan oluşmuş doğasına vurgu yaparak onun ölümle -hades- ilşkisini göstermek ister. Dionysos hem ölümdür hem de yaşamdır. Doğmuş ve ölmüş, ölmüş ve doğmuştur. Ne yazık ki, insanlar onun gerçek doğasını kavrayamamışlardır.)

* Hiç batmayacak olandan kim, nasıl saklanabilir?(Bu fragmanda güneş ile her zaman mevcut olan kozmik ateş -logos- karşılaştırılıyor. Her zaman yanan bu ateş hiçbir zaman batmaz ama güneş batar.)

* İnsanların çoğu başlarına gelenler hakkında düşünmezler ve öğrendiklerini kavrayamazlar, yalnızca kendi kanılarına inanırlar.

* Umut edilmeyeni umut etmezsen, onu bulamazsın. Çünkü ne bir iz vardır ne de bir yol.(Herakleitos'a göre inanç ve güven olmayınca tanrısal konular kavranamaz.)

* Uyanıkken bütün gördüğümüz ölüm, uyurken gördüğümüz ise uykudur.

* Altın arayanlar çok fazla toprak kazarlar ve çok az bulurlar.(Altın Herakleitos'a göre hakikatin simgesidir. O derindedir ve öyle kolaylıkla kendini ele vermez. Hakikate ulaşmak için derinleşmek ve üzerini örten ön yargılardan kurtulmak gerekir. Bu da sıradan insan için zor bir uğraştır. Çünkü bu tür insanlar çerçöpü bilgiye tercih ederler.)

* Adaletin adı bilinmezdi, bu şeyler olmasaydı.(Fragmandaki "bu şeyler" ibaresi hakça olmayan veya adaletsiz olan şeylere işaret eder. Herakleitos'a göre her şey karşıtıyla birlikte bilinir.)

* Ares'in katlettiklerini hem tanrılar hem insanlar onurlandırır.(Savaş tanrısı Ares'in katlettikleri, Homeros'un destanlarında savaşta ölenlere işaret etmek için kullanılan bir ifadedir. Bu fragman bağlamında tutkularına ve hazlarına karşı savaşan ve onları aklın denetimine sokan insanları anlatmak için kullanılır. Ares, arete-erdem-, ve ariston-iyi- aynı kökten gelir. Erdemli olanlar, iyiler, bedensel kaynaklı hazları ruhları lehine katlederler. Bilgece bir yaşam sürmek tutkuların kölesi olmamaktır.)

* Bütünün kendisi olan bu kosmos'u ne bir tanrı ne de bir insan meydana getirmiştir. O, daima belli ölçülere göre yanan, belli ölçülere göre sönen ezeli ve ebedi ateştir.

* Ruhlar için ölüm su olmaktır. Suyun ölümü toprak olmaktır. Su topraktan meydana gelir, ruh da sudan.(Ruhsal durumların en üst seviyesi sıcak ve kuru hava olmaktır. En alt seviye ise su veya nem olmaktır. Su veya nemli olmak ruhun aşağı yoludur. Bu yol hades'in -yeraltı ülkesinin- çamurlu ve küflü yollarında son bulur.)

* Bilgelik tektir; her şeyi her şeyle yöneten düşünceyi bilmektir.

* Bütün yollarını yürüsen bile ruhun sınırlarına ulaşamazsın, öylesine derindir ruhun logos'u.

* Kibir, sara illetidir. Görme, yanıltıcıdır.(Sara hastalığı eski yunanda kutsal hastalık olarak adlandırılırdı. Bu fragman, "kibir, kutsal hastalıktır" olarak çevrilebilir. Herakleitos, sara ,lletine tutulan insanların gördüğü hayallerin bir hakikat değeri taşımadığını, yanıltıcı olduğunu belirtmek istiyor.)

* Uzlaşmaz şeylerin kendi aralarında nasıl uzlaştığını anlamazlar. Karşıt dönüşlerin uyumu; yay ve lirdeki gibi.

* Yaşam, taşları ileri geri sürerek oynayan çocuktur. Krallık çocuğundur.

* Savaş her şeyin babası ve kralıdır. Kimini tanrı, kimini insan olarak ortaya çıkarır; kimini köle, kimini özgür kılar.(Herakleitos'a göre savaş iki açıdan değerlendirilir: kozmik savaş ve antropolojik savaş. Kozmik savaş, bir arada bulunan karşıt öğelerin birbiriyle olan savaşıdır. Bu savaş, oluşun nedenidir. Bu savaşın sonucunda nesneler şu ya da bu şekilde ortaşa çıkarlar. Antropolojik savaş ise insanın tutku ve arzulara karşı verdiği savaştır. Bu savaş sonucunda kişi özgür veya tanrı, köle veya insan olur. Özgür veya tanrı olmak, bilge olmak ve ruhu arındırmak onun ölümsüz yönünü ortaya çıkarmaktır. Köle veya insan olmak, hazların veya bedenin tutsağı olmaktır.)

* Görünmeyen uyum görünenden daha iyi.(Görünen uyum nesneler dünyasındaki düzenli ve ölçülü yapının kendisidir. Görünmeyen uyum ise birbirine karşıt olan şeylerin birliği ve bütünlüğüdür.)

* İyi ile kötü bir ve aynı şeydir. Hekimler keserek ve dağlayarak hastalara acı veriyorlar. Bu yüzden talep ettikleri ücret haksızdır. Çünkü hekimlerin yaptığı iyilik, hastalıkların verdiği acılardan farklı değil.

* İnen ve çıkan yol bir ve aynıdır.(Kozmik açıdan bakıldığında inen yol, ateşin sırasıyla hava, su ve toprağa dönüşmesidir. Yukarı giden yol ise toprağın suya ve havaya dönüşmesidir. Bu iki yolun birlikte işlemesi, kozmik düzen içindeki oluş ve bozuluş süreçlerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bir yandan nesneler bozulur ve ölürken diğer yandan başka nesneler oluşa gelir ve yaşam kazanır. İnen ve çıkan yolun bir ve aynı olması bu iki sürecin kozmik düzende bir bütün oluşturmasından dolayıdır.)

* Ölümsüzler ölümlü, ölümlüler ölümsüz. Biri diğerinin ölümünü yaşar, diğeri de ötekinin yaşamını ölür.(Bedeni yaşayan ruhu öldürür, bedeni öldüren ise ruhu yaşar.)

* İhtiyaç ve tokluk.(Kozmik düzen aynı anda hem ihtiyaç hem de tokluktur. Ölüm ve yaşam birlikte mevcuttur.)

* Tanrı gece ve gündüz, yaz ve kış, savaş ve barış, tokluk ve açlıktır. Bunun anlamı: Bütün, karşıt şeylerden oluşur. Ancak o tanrı, ateşin yaktığı bir tütsüden yayılan ve herkesin kendince ad verdiği koku gibi başkalaşır.(Kozmik düzenin kendisi aynı kalırken, karşıtların çatışmasından dolayı nesneler sürekli değişecektir. Tütsüyü yakan ateş aynı ateşken, tütsüden yayılan kokular farklı farklı olacaktır.)

* Ana babasını dinleyen çocuklar gibi olmamalıyız; yani bize aktarıldığı gibi.

* Ruhları nemlendiren haz ve ölümdür. Biz onların ölümünü yaşarız, onlar bizim ölümümüzü yaşar.

* İnsanın yapısına değil, tanrısal olana özgüdür derin kavrayış.

* Tanrının karşısında anlayıştan yoksun bir adam yetişkin bir insanın karşısındaki çocuk gibidir.

* Savaşın her şeyde ortak ve adaletin çatışma olduğu ve her şeyin zorunluluk sonucu çatışmayla meydana geldiği bilinmelidir.

* Tutkulara karşı mücadele etmek zordur. Arzu edilen şeyin bedelini ruh öder.

* İnanç olmayınca tanrısal olana ait pek çok şey kavrayışımızdan uzaklaşır.

* Aynı şeydir yaşayan ve ölen, uyanık uyuyan, genç ve yaşlı. Çünkü sonrakiler. Çünkü sonrakiler öncekilerle, öncekiler sonrakilerle yer değiştirir.(Yer değiştirmek terimi öteye taşımak, bir şeyin bir yerden başka bir yere taşınması anlamına gelir. Fragman hem kozmik hem de antropolojik dönüşümler açısından ele alınabilir. Kozmik açıdan ölüm ve yaşam, genç-yeni- ve yaşlı-eski-, uyanık-bilinçlilik- ve uyuyan-bilinçsizlik- nesneler dünyasında aynı anda bulunur ve birbirleriyle yer değiştirirler. Antropolojik açıdan bakıldığında sahip olduğumuz ruhsal durumlar arasında birbirleriyle sürekli bir geçişlilik söz konusudur. Başka bir deyişle, bir yönümüzle ölümsüz diğer bir yönümüzle ölümlü, kimi zaman genç kimi zaman yaşlıyızdır. Zaman içinde bir durumdan diğerine geçeriz.)

* Her şey ateşle takas olur, ateş de her şeyle; tıpkı altın ile malların ve mallar ile altının takas edilmesi gibi.

* Aynı ırmağa iki kez girilmez.

* Helios bile ölçülerini aşamaz. Aşarsa Dike'nin yardımcıları Erinysler onun peşinden ayrılmaz.(Herakleitos'a göre kozmik düzen içindeki her varlığın sınırı ve ölçüsü olması gerektiği gibi düzenlenmiştir. Çok önemli sayılan Helios, yani güneş bile sınırlarını, ölçüsünü aşamaz; aşacak olursa adalet tanrıçası Dike'nin yardımcıları olan ve bütün suçları cezalandıran öç tanrıçaları Erinysler onu cezalandırır. Kosmos'taki her şey olması gerektiği gibi düzenlenmesine karşın, insan ölçüsünü aşabilir ve doğasına uygun olan yolun dışına çıkabilir. Ancak insan bu densizliğinin ve ölçüsüzlüğünün cezasını kölece bir yaşam sürerek ödemek zorunda kalır.)

* Bilgisizliği gizlemek en iyisidir. Ancak bu, içki masalarında gevşemişken çok zordur.

* Köpekler tanımadıklarına havlar.(Kendi dar ilgileri ve sorgulamadan kabul ettikleri görüşleriyle yaşayan insanlar hem hakikatin ne olduğunu bilmezler hem de hakikate karşı direnip muhalefet ederler.)

* Hades'teki ruhlar koklar.(Herakleitos kötü yaşamış insanların Hades'in karanlıklarında küflü havayı koklayacaklarınıbelirtmek istiyor. Öte yandan Hades karanlık bir yer olduğundan görme duyusuna gerek yoktur.)

* Kendimi keşfettim.

* Gözler kulaklardan daha iyi tanıktır.

* Tanrı için her şey güzel, iyi ve hakçadır. İnsanlar için ise bazı şeyler hakçadır, bazı şeyler hakça değildir.(Kozmik açıdan veya tanrının gözüyle bakıldığında, her şey olması gerektiği gibi ve adildir. Aynı şekilde kozmik oluşu kavramış ve logoso uygun yaşayan biri için de her şey hakça ve olması gerektiği gibidir. Fakat sıradan insanlar her şeyi kendi arzuları açısından değerlendirdiklerinden ve karşıtların birliğini göremediklerinden bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri de kötü olarak değerlendirirler. Bu fragmanda Herakleitos, dünyanın adaletsiz olduğu fikrini onaylamaz, aksine adaletsizliğin ve haksızlığın insanların kendi yaşam tarzlarından kaynaklandığını ima eder.)

* Çemberin çevresinde başlangıç ve son ortaktır.(Herakleitos'un kosmos anlayışı zamansaldır. Çemberdeki başlangıç ve sonun ortak olması kozmik düzenin ebedi ve ezeli bir dönüş içinde bulunması anlamına gelir.Kozmik düzen içinde bulunan hiçbir şey ölümsüz değildir. Sürekli olarak ölüm ile yaşam, bolluk ile kıtlık, yaz ile kış yer değiştirir, ama kozmik düzenin kendisi her zaman var olmaya devam eder. Yunan anlayışına göre dairesel hareket, ölümsüz olmanın bir göstergesidir. Bu bakımdan kosmosun kendisi, ölçülere göre yanan ve sönen bir ateş olarak ölümsüzdür.)

* Nedir ki onların anlayışı ve düşüncesi? Halk ozanlarına inanıyorlar. Çoğunluğun kötü, azınlığın ise iyi olduğunu bilmeden yığını öğretmen kabul ediyorlar.(Hem halkın sağduyusu hem de geleneksel otoriteler bilginin güvencesi olamaz.)

* Ruhları barbar olanların gözleri ile kulakları kötü tanıklardır.

* Akla uygun konuşmak isteyenler, yasasına bağlı bir kentten daha güçlü bir şekilde her şeyde ortak olana sıkıca sarılmalıdır. Çünkü bütün insan yasaları tanrısal olandan beslenir. Bu tanrısal yasa her şeyi dilediğince yönetir ve her şeye fazlasıyla yeter.

* Ruhu nemli olan biri, sakalı bitmemiş bir çocuk tarafından nereye götürüldüğünü bilmeyen sarhoş gibidir, yalpalar durur.

* İnsanın karakteri kaderidir.

* Doğa saklanmayı sever.(Hakikat doğrudan kendini açmaz.)

* Soğuk ısınır, sıcak soğur, nemli kurur, kuru nemlenir.(Her türlü oluş, sıcak ve soğuk, nemli ve kuru gibi karşıt öğelerin birbirine dönüşmesi sonucundaortaya çıkar.)

* Tanrı iseler ne diye arkalarından ağlıyorsunuz? Arkalarından ağlıyorsanız ne diye kendilerini hala tanrı kabul ediyorsunuz?


NOT: Fragmanların yorumları (parantez içindeki koyu renkli kısımlar) kitabın çevirisini de yapan Cengiz ÇAKMAK'a aittir.


FRAGMANLAR-HERAKLEİTOS
Kabalcı Yayınevi
Çeviren: Cengiz ÇAKMAK